Tematik Fon mu? O da ne?

‘Tema’ sözcüğü Türk Dil Kurumu sitesinde ‘asıl konu, temel konu, ana konu’ olarak ifade edilmiş. Finansal piyasalarda bu sözcüğün kullanılır olması, hatta bir yatırım disiplininin ‘simgesi’ olması ise, aslında fazlasıyla yeni bir konu.

Pandemi başlangıcındaki ‘dibi’ birdenbire gören piyasalar, 2020 ilk çeyreğinden sonra oldukça güçlü bir tepki verdi riskli varlıklarda. Hisse senetleri indikleri diplerden eski fiyat seviyelerine hareketlenip zirvelerini tazelemeye, teknoloji hisseleri ralliler görmeye, yatırım fonları da içlerinde yer alan varlık gruplarına bağlı olarak toparlanmaya başladı.

Pandemiyi özellikle milat kabul ettim çünkü o dönemde alışılmadık şekilde bollaşan zaman, tasarruf sahiplere, birikim ve borçlarına tekrar bakmak; iyiye gidebilmek için çözümler aramak gibi bir davranış değişikliği fırsatı getirdi. Yatırım fonlarına artan ilginin başlangıcında bu var.

Yeni Odak: Yatırım Fonları

Elbette gelişmiş ülke örneklerinin çok gerisindeyiz ancak, yatırım fonu hacimlerindeki ciddi sıçrama; bireylerin dikkatlerini, tasarrufları için sermaye piyasasının bu güvenilir evrenine çevirmesine yol açtı.

Toplum olarak yatırım fonlarını kullanım alışkanlıklarımız büyük oranda ‘kısa vadeli likit araçlardan’ yana. Likit fonlar ve Para piyasası araçlarından bahsediyorum. Vadesine 90 günden az kalmış bu finansal varlıklar bir portföyde toplanıp yatırımcıları için getiri sunmaya çalışırken genelde kıyaslandıkları temel ölçü, piyasada belirlenmiş tasarruf mevduatı faiz oranı oluyor.

Vadesine 90 günden az kalmış piyasa seçenekleri de bu faiz oranına yakınsayan bono gibi, Takasbank para piyasası araçları gibi ‘kısa vadeli’ varlıklar olduğundan; yatırım sonunda elde edilen getiri çıktısı, doğal olarak vadeli mevduat getirisine yakınsıyor.

Çeşitlilikteki Güç

Oysa yatırım fonlarında tasarruf sahipleri için sunulan finansal varlıklar çok çeşitli. Değerli metallerden hisse senetlerine, dengeli getiri elde etmek isteyen yatırımcılar için tasarlanan değişken fonlardan yabancı finansal evrenlere odaklı hisse senedi fonlarına kadar oldukça geniş bir yelpazeye yayılmış durumda.

Bireylerin, yatırım fonuna olan ilgilerinin artmasıyla beraber, özellikle yabancı varlık içeren fon tercih eden müşterilerde ‘özelleşen’ bir ‘yatırım talebi’ olduğunu gözleniyor.

S&P, Dow Jones, Nasdaq gibi ABD endekslerine yatırım yapan hacimli yatırım fonu seçenekleri sermaye piyasamızda uzun zamandır var. Ancak artık sadece yabancı hisse senetleri veya tahvillere yatırım yapan ‘genele odaklı’ fon seçeneklerinin yanı sıra; kendi içinde özelleşen yatırım tercihlerine doğru akan güçlü bir ilgi söz konusu.

Teknoloji çatısı altında yoğunlaşan ve teknoloji şirketlerinin Covid sayesinde güçlenen getiri potansiyellerine odaklanan bu genel tercih içinden ‘sektör bazlı’ ve belirginleşen ‘özel yatırım temalarına’ kayan talep, öylesine güçlü oldu ki, sermaye piyasamızdaki Portföy Yönetim Şirketleri de buna kayıtsız kalamadı.

Ülkemizde yatırım fonu sayesinde yurtdışı piyasalarda ‘bireysel bir çabayla yatırım yapmaktan’ çok daha pratik hale getirilen çok güçlü yatırım temaları, bir diğer deyişle tematik fonlar olduğunu görüyoruz.

Örneklerine göz atalım isterseniz, bakalım finansal markette yatırım fonu ile ‘ulaşılabilir’ hangi yatırım temaları var?

  • Yarı İletken Teknolojileri
  • Siber Güvenlik Teknolojileri
  • Blockchain Teknolojileri
  • Turizm ve Seyahat Sektörü
  • Tarım ve Gıda Sektörü
  • Elektrikli Araçlar Sektörü
  • Dönüştürücü Teknolojiler
  • Fintek ve Blokzincir Teknolojileri
  • Alternatif Enerji
  • Temiz Enerji
  • ESG Sürdürülebilirlik gibi çok güçlü seçenekler bunlar…

SPK’dan izahnamesi onaylanmış Metaverse odaklı bir fon bile geliyor yakında…

Tematik Fonlarda Getiri Fırsatı Var mı?

Örneklerde yer alan temalar geleceğimizi şekillendirecek teknolojilerin, çocuklarımıza daha ‘yaşanır’ bir dünya bırakabilmek için değiştirmek zorunda olduğumuz ‘iş yapış ve yaşam biçimlerinin’ en güçlü sonuçlarını yaratabilir gibi duruyor değil mi ilk bakışta?

Tematik fonlara ilginin temelinde ‘bu umut’ var zaten.

Farkındaysanız uzun dönemdir Blockchain konuşuyoruz, merkeziyetsiz finans konuşuyoruz, FinTech teknolojilerini, insanların ‘kurumlara ve otoriter yapılara’ olan tepkilerine dayanan bir özgürleşme arayışını konuşuyoruz.

Örneğin otomotiv sektörü, 2021 yılında 25 Milyar USD ihracat gerçekleştirerek tüm ihracatımız içinde %11 pay ile 16 yıl aralıksız süren liderliğine bir yenisini eklerken; bir çoğumuz elektrikli araçları, çip krizini ve şirketlerimizin ‘yeni duruma olan’ uyumlarını konuştuk, sektörü takip ettik. Yarı iletken gibi sadece tek bir olgunun bile ‘hayatımızda yaratacağı’ gücün büyüklüğü bir yana; bu temanın önümüzdeki yıllarda nasıl ‘daha da’ önem kazanacağı başka bir yana, sanırım hepimiz biliyoruz!

Artık karbon ayak izimizin ne kadar olduğunu, karbon nötr politikalarına uyumumuzun hangi aşamada olduğunu, ülkemiz bu disipline uysun ya da uymasın dünyanın ve özellikle en çok ticaret yaptığımız Euro Bölgesinin ‘bu konularda’ ne yaptığını dikkatle takip etmek, bu değişime uyumlanmak gibi zorunluluklarımız var artık.

Fosil yakıt karşıtı adımlar atılıyor, Biden Trump’a karşı ‘temiz enerji’ kartıyla seçim kazanıyor, İngiltere 2030’da benzinli ve dizel araçları yasaklıyor, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve fosil yakıtlardan uzaklaşmanın ‘gezegenimizin’ sağlığı için ne kadar kritik olduğu konuşuluyor.

Aslında yaşam koşullarımız ve uyum süreçlerimiz; biz dahil olsak da olmasak da hızla gelişen bu genel anlayışın peşinden gidiyor.

Beklentiye Yatırım Yapılır mı?

Tüm bu temalara yatırım yaparken, konusunda ‘ehil’ portföy şirketlerine teveccüh göstermek çok önemli. İşte burada da sermaye piyasamızın ‘ücretsiz’ finansal analiz hizmeti; ‘yatırım fonları’ iyi bir tercih olarak gözüküyor.

Temel analiz yapılarak, şirketlerin haber akışları, gelecek projeksiyonları ve pazardaki yerleri gibi ‘finansal rasyoneller’ dikkate alınarak; yatırımcılar için taşıdıkları ‘getiri potansiyeli’ göz önünde bulundurularak oluşturulan bu portföyler; cebimizdeki en küçük banknotla bile ulaşabileceğimiz yakınlıkta.

Geleceğe yön verecek teknoloji ve yaşam biçimleri gibi ‘oldukça güçlü’ bir düşünsel alt yapıya dayanan tematik fonları pratikte ise ‘bunlar’ güçlü kılıyor. Peki sonuçta ‘genelde’ yabancı hisse senetlerine yatırım yapan bu finansal evren, bireylere ‘dikensiz gül bahçesi’ mi sunuyor?

Elbette hayır, tüm yatırım sürecinde olduğu gibi, tema içeren fonlarda da ‘temkin’ unsurunu asla elden bırakmamak gerekli.

Riskli Yönler

Bu yatırımlar, çok farklı disiplinlerde değer yaratan -çoğunlukla- yabancı şirketlerin ‘hisse senetlerine’ ortak olunması yoluyla mümkün olabiliyor, bu da ‘tema’ içeren hisse senedi ve hisse senedi endeks fonlarını, riskli fonlar arasında baş köşeye koyuyor.

Diğer konu, tematik fonların getiri potansiyellerini değerlendirirken, yatırım vadesinin daha da kritik hale gelmesi.

Örneğin bu riskin ete kemiğe bürünmüş halini, dünyaya hâkim olan Çip Krizi sayesinde bir hayli derinden yaşadık. Getiriler düştü, bu evrene yatırım yapan tematik fonlarda anaparalardan önemli kayıplar yaşandı.

Çip tedariğindeki sorunlar hala devam ederken, bu temaya odaklanmış şirketlerin ve bu şirketleri fon portföylerinde bulunduran yatırım fonu yöneticilerinin yatırımcılara beklenen getiriyi yansıtabilmesi, normalden daha uzun bir vade gerektirebiliyor, tema içeren fonlar portföylerde bulundurulurken ‘fonun ideal vadesini’ bir yıldan da uzun olarak tutmak gerekiyor.

Bizim gibi kısa vadede yatırım yapan toplumlar için bir hayli büyük bir risk!

Bir diğeri, temalı fonların odaklandığı sektörlerde yaşanan bir daralma ve kriz söz konusu olduğunda değer kayıplarının bir hayli derin olabilmesi, getiri beklentisinin çeşitlendirilmemesi sonucu tek bir temaya inanarak yatırım yapan bireyler için ‘çok yıpratıcı’ sonuçlar da doğurabilmesi.

Tematik fonlar, odaklandıkları sektör veya anlayıştaki getiri potansiyelini doğrudan rakamlara yansıtırken, elbette ki bu durum, tersi durumlarda da geçerli oluyor!

Portföy yönetiminin temel kuralı olan ‘doğru vade’ ve ‘finansal varlık çeşitlendirmesi’ göz önüne alınmazsa tüm birikimler tek bir temada büyük riskler alabiliyor. Bu risklerden kaçınabilmek de gerek tema gerekse o temaya odaklı finansal varlıkların ‘dönemsel’ fırsatlarından yararlanmakla mümkün.

Bu nedenle çözüm, orta ve uzun vadede ‘oldukça güçlü’ beklenti doğuran bu tematik seçenekleri, portföylerde çeşitlendirmek.

Sözün Özü

Eminim ki bir çoğumuz varlık portföyümüzde gelecekteki potansiyel getiriye odaklanan yıldız bir seçenek isteriz, kim istemez ki?

Dünyada çılgınlık seviyesine gelmiş ‘bol para’ efekti yatırım araçlarında yakın geçmişte görülmemiş ralliler yarattı, ancak artık oyun planı değişiyor. Para muslukları yavaşça kısılıyor, enflasyon global bir gündem olarak tüm ülkelerin odaklanmak zorunda olduğu ‘en acil’ meseleye dönüşüyor.

İşte böyle bir dönemde yatırımlarımızın sağlığı, daha profesyonel zihinlere ihtiyaç duyabiliyor. Yatırım fonu bu profesyonel hizmeti gayet ‘ulaşılabilir’ biçimde sunan, gücünü şeffaflık ve sadelikten alan değerli bir seçenek. Tematik fonlar da bu profesyonel ligde ‘gelecek vaad eden çaylak oyuncu’ statüsünde.

Güçlü bir düşünce, rasyonel bir strateji, bolca umutla yola çıktılar.

Umut gerçeğe dönüşecek mi, zaman gösterecek.

Her zaman olduğu gibi…

Sağlıkla kalın.

Temettü Emekliliği mi? O da ne?

Son zamanlarda yatırımcılarla finans profesyonelleri arasında ‘ayrışma yaratan’ bir konu var.

Üstelik bu konu öyle bir evrene ait ki, aslında onu oluşturan dinamikler bireysel tasarrufların hacminden sermaye piyasalarının derinliğine, bu evrende var olan ülkemiz şirketlerinin iş yapış biçimlerinden o şirketlerin gelecek planlamalarına kadar uzanan güçlü bileşenlerin bir sonucu.

Temettüden bahsediyorum evet.

Bir diğer ismiyle kâr payı.

Tasarrufların azlığı ülkemiz bireyleri ve dolayısıyla ülkenin tüm toplumsal dinamiklerinin en kırılgan taraflarından biriyken, ülkemizde bireysel tasarrufların ‘kurallı piyasalar sayesinde’ sistemin içinde olabilmesi ve uzun dönemde bu piyasanın içinde kalıcılık göstererek büyümesi hedefine yönelik gerçekleşme, gelişmiş ülke örneklerinin çok gerisinde kalırken; aslında çok temel bir yapısal soruna da işaret ediyor.

Tasarruf, ama nasıl?!

Tasarruf olabilmesi için ön şarta ilk olarak, temel ihtiyaçların eksiksiz karşılanabildiği bir gelir seviyesini yazarım. Tasarruf, uzun vadeli yapısıyla bireyi gelecekteki hedeflerine yakınsayabilecek çok önemli bir davranış biçimi ve insan yaşamında mutlak yer alması gereken güçlü bir olgu olmasına rağmen, hemen bugün ya da yarın karşılanması gereken zorunlu ihtiyaçların ‘aciliyeti’ onu listenin son sıralarına sürükleyen bir kısır döngüye maruz bırakabiliyor.  

Gelir azlığı, ülkenin geneline yayılmış sosyoekonomik bir kusur şeklinde, gözümüzün önünde yıllardır çözülmeden dururken, buna bir de enflasyonist etki ile yaşanan ‘varlıkları koruma’ endişesi eklendiğinde, finansal bağımsızlık olgusundan her geçen gün uzaklaşmak; bu üzücü dinamiğin kaçınılmaz sonucu oluyor ne yazık ki.

Gelir Çeşitliliği

Temettü, ülke borsasına kote şirketlerin, bir takvim yılı içinde elde ettikleri ‘dağıtılabilir’ karların, Genel kurul onayı sonrasında ‘pay senedi sahiplerine’ dağıtılması olarak tanımlanabilir.

Temettüyü bana göre, finansal varlık evreninde ‘eşsiz kılan’ en önemli özellik de burada yatıyor: Süreklilik.

Mevduatın, bono veya tahvilin bir ‘vadesi’ var. Oysa hisse senedindeki ‘pay sahipliği’ tasarruf sahibine, şirket faaliyetlerine devam ettiği sürece vadesi olmayan bir ‘sermaye kazancı potansiyeli’ sunuyor.

Temettü ise, o çok değerli pay sahipliğini ‘elden çıkarmaya bile gerek olmadan’ nakit akışı elde edebildiğiniz güçlü bir seçenek olarak finansal markette yatırımcıyı bekliyor ki, temettü veren şirketlerde ‘pay sahipliğini arttırmaya’ dayalı bireysel tasarruf motivasyonu, bireye ‘tasarruf ve yatırım sürecini’ daha etkin planlama erki de kazandırıyor; o bir başka yazının konusu.

Gelişmiş ülkelerde 2 ay gibi 3 ay gibi oldukça cömert aralıklarla temettü veren şirketlere sıklıkla rastlanıyor, enflasyondan uzak ve faiz kazancı elde etmenin anlamsız olduğu bu ülkelerdebirey tasarruflarının yöneldiği en yoğun adresin derinleşmiş ülke borsaları olması bu yüzden pek şaşırtıcı olmasa gerek.  

Tasarrufların sermaye piyasalarındaki payı muazzam boyutlarda. Bu ülkelerde bireyler tasarruflarını düzenli aralıklarla temettü veren hisse senetlerine yatırarak, sürdürülebilir gelir yaratabiliyorlar.

Bizim birey tasarruflarında bu seviyeye ulaşmak için, aşmamız gereken uzun bir yolumuz olmasına rağmen, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından çerçevesi çizilen piyasamızda Borsa İstanbul’un tasarruflarını güvenle yatırıma dönüştürme hevesinde olan birey ve kurumlara yeterli finansal evreni sunduğunu da görüyoruz, haksızlık etmemek lazım.

BIST, bünyesinde yer alan şirketlerin politikalarında ‘temettü’ dağıtımına pozitif yaklaşan politikalar gütmenin yanı sıra; Borsa İstanbul Temettü Endeksi gibi kurumsallaşmış finansal örneklerle de yatırımcıya güvenilir ve referans değer taşıyan endeks çeşitlendirmeleri dahi sunuyor.

Temettü mü önemli, şirket faaliyetinin orta uzun vadede güçlenmesi mi?

Peki tartışma neden kaynaklanıyor?

Birlikte bakalım…

Borsaya kote şirketlerin, kar dağıtım politikalarını kamuya açıklaması ve Genel Kurullarında alacakları karar doğrultusunda dağıtılabilir karlarını ortaklarıyla paylaşması oldukça alışılmış bir durum.

Şirketlerin temettü dağıtması gayet normal olduğu gibi, farklı bir planlama sonucunda sermayeyi destekleme, potansiyel gelir arttıracak bir yatırım harcaması yapma gibi pek çok ‘içsel’ sebeple kar paylaşımına gitmemesi, bu karlarını farklı biçimlerde kullanmaya karar vermesi de gayet normal bir başka durum. Nihayetinde temettü kararını şirket yönetimi veriyor.  

Finans profesyonellerinden temettü konusunda gelen en önemli itiraz, temettünün hisse senedi alarak bir şirkete ortak olma motivasyonundaki ‘ana sebep olmaması’ gerektiği yönünde.

Şirketin asıl faaliyetlerinden elde ettiği karın paydaşlara dağıtılması yerine, şirketi orta ve uzun vadede daha da büyüterek; hissedar başına ‘sermaye kazancını’ maksimize etmeye yönelik kullanımının ‘daha verimli’ olduğunu savunan bir görüş bu.

Açıkçası, karın bu şekilde kullanımının matematik açıdan ‘toplam faydayı’ arttıracağına ben de inanıyorum.

Ancak bu noktada işin içine ‘Türkiye’de yaşama’ gerçeği giriyor.

  • Gelir seviyesinin düşüklüğü
  • Tasarrufların azlığı
  • Yetersiz finansal okuryazarlık
  • Pasif gelir yokluğu
  • Emeklilik döneminde derinleşen yaşamsal konfor eksikliği gibi sonuçları düşündüğümde;

Bu saygın ve güçlü görüş ülkemiz gerçeğinde benim için biraz ‘ikincil’ kalıyor. Ben tasarruflarımı bugünden orta ve uzun vadeli bir perspektifte planlarken, yatırımlarımdan ‘sürdürülebilir’ bir nakit akışı da sağlamalıyım.

Temettü, sürdürülebilir bir ek gelir olabilir.

İçinde bulunduğumuz sosyal statü, şu an için kazandığımız para, emeklilik dönemi planlamamız ne olursa olsun; herkes için ‘kritik’ noktalardan biri, emeklilik zamanlarımızda ‘sürdürülebilir ve yeterli bir gelire’ sahip olmaktır.

Yaşam döngümüzün başlangıç evresindeki ‘amatör’ finansal bakışta da yükseliş döneminde ‘öznellikle biçimlendirdiğimiz’ yatırımların arka planında da üretkenliğimizin azaldığı ve düzenli gelirin daha kritik olduğu dönemlere hazırlık yapmak gibi gizil bir hedef var.

İşte temettü bana bunu sunuyor!

Temettü konusunda ‘sermaye kazancını orta uzun vadede maksimize etmenin önemine inanan’ profesyonellerin görüşlerinin yanı sıra; yatırımcıyı temettü konusunda ‘romantik’ bulanlar da görüyorum.

Elbette bir şirketin ‘büyümesi’ ortaklarına yarattığı parasal değer açısından güçlü bir önem taşıyor. Ancak ben ‘faaliyetinden elde ettiği kazancı’ ortaklarıyla paylaşan ve bunu şirket politikalarında şeffaf olarak açıklamış şirketlere, bir küçük yatırımcı olarak daha sıcak bakıyorum.

Şirketin politikalarında özellikle belirtilen bir politika unsuru, şirketin ana faaliyetindeki temel dinamiklere ‘sağlıklı’ biçimde yön verecek önemli bir katalizör özelliği de taşıyacaktır. Açıkçası bunun bana bir de ‘düzenli bir nakit akışı’ sağlamasına hiç itirazım yok!

Temettü yatırımcılığı; ‘bireylerin rasyonel görüşler ışığında’ ürün seçimi yapabildiği sağlıklı bir piyasada faaliyet gösteren şirketleri daha ‘vizyoner’ olmaya zorlayan güçlü bir itici unsur aynı zamanda.

Bu özellik onu, yatırımcı sayısı yüksek ve tasarrufların tabana yaygın biçimde buluşabildiği bir sermaye piyasasının sağlığı için; vazgeçilmez bir sigorta unsuruna da dönüştürebilir.

Temettü geliri, bireyi emekli edebilir mi?

Ya da soruyu şöyle soralım. Temettü alışkanlığı olan hisse senetlerini uzun vadede biriktirerek elde edilecek değer artışları, bir diğer deyişle sermaye kazançlarının yanında, düzenli alınan bir temettü ile, sürdürülebilir bir gelir elde etmek mümkün mü?

Şirketlerin finansal koşullar nedeniyle her yıl güncellenebilen kâr payı tahminlerini modelleyerek yapılan uzun vadeli bir finansal planlamanın çıktısı, sürdürülebilir gelir kaynağı yaratacak kadar güçlü bir matematik içerebilir mi?

Görüşüm; yanıtın ‘evet’ olduğu yönündedir.

Temettü geliri de hedefleyen sermaye kazancı yatırımı, düzenli alımlarla istikrarla desteklenmesi ve tüm gelir grupları için bir tasarruf rutini haline gelmesi halinde, ‘gelir azlığı’ sorunu yaşayan bizim gibi ülkelerde ‘finansal bağımsızlık’ kavramını ulaşılabilir hale getirebilecek güçlü unsurlardan birine dönüşebilir, buna yürekten inanıyor ve yaşamımda bizzat uyguluyorum.

Nasıl kısmını bir başka yazımda paylaşacağım. Bu noktadaki deneyimlerim işin biraz ‘teknik’ kısımlarını içeriyor ve ilk yazımda ‘düşüncenin ruhunu’ paylaşmak istedim.

Sözün Özü

Yatırım portföyünü çeşitlendirerek, hisse senedi yatırımlarında ‘temettü’ dağıtma alışkanlığı edinmiş, dürüst yönetilen, uzun vadeli vizyon ve planlaması olan, kurumsal yönetim ve sürdürülebilirlik ilkelerine göre yönetilen şirketlerde pay senedi yoluyla artan gönüllü bir bireysel ortaklık modeli olan ‘temettü emekliliği’ idealinin bu yolda güçlü bir lokomotif olduğunu düşünüyorum.

Finansal özgürlük hepimize lazım.

Sağlıkla kalın…

*20 Şubat 2022 tarihli Opinyu.com yazımdır.

Finansal Okuryazarlık: Yatırımdaki Demokrasi

Bizim gibi enflasyon sorunu yaşayan ülkelerde, birikimlerin değerlendirilmesi söz konusu ise, faizli enstrümanların ön planda olması çok normal. Ülkemizin enflasyonla mücadelesi devam ededursun; geçmişten gelen kemikleşmiş faiz geliri alışkanlığı, yatırım genlerimize işlemiş durumda.

Bu durum, enflasyon sorununu çözmüş, düşük faizle yaşam rutinini oturtmuş ülkelerde bireyleri ‘faiz kazancı’ yerine ‘sermaye kazancı’ aramaya götüren süreçleri keşfetmeye zorlamış yıllardır. Zira işleyen bir üretim süreci, elde edilen çıktılar ve bunların tümünün ekonomiye kazandırılması gibi sağlıklı bir rutinleri var. Ve elbette bu vasıf ‘gelişmiş ülke’ kategorisinde yer alan bireyleri de ister istemez sermaye piyasalarına yönlendirmiş.

Devletlerinin politika faizlerini, 2 yıllık , 5 yıllık ya da 10 yıllık vadelerde bile sıfıra yakın yerlerde gören bu bireyler, sermaye piyasalarını daha çok tercih eder olmuş, böylelikle sermaye piyasaları ‘paranın değerini koruma’ eyleminde birincil mekân haline gelivermiş.

Hep konuşuyoruz ya, FED faiz arttıracak, dolar anavatanına dönecek diye; FED beklentiler doğrultusunda 5 tane faiz artışı yapsa, her adımında da 0,25 ilerlese, yıl sonunda ulaşılacak faiz seviyesi %1,50, düşünün!

Euro Bölgesine baktığınızda da durum çok farklı değil; paranızı 10 yıllığına emanet edip, %99’unu geri alabildiğiniz; Türk insanının çok da alışık olmadığı ‘eksi faiz’ gibi fiyatlamalar görüyoruz.

Ülkelerin refah düzeylerine paralel olarak, enflasyonist baskıların düşük, faizden elde edilen getirilerin yetersiz olduğu ortamlarda sermaye piyasaları ‘güçlü alternatif’ olarak finansal markette yer almış, hatta refah toplumlarına ait bireylerin ‘tasarruf güdülerinin’ sermaye piyasalarında park etmiş olması, çok sıradan hale gelmiş bir yaşam tercihi durumunda.   

Sermaye piyasaları neden önemli?

Bu soruyu kendime hep soruyorum.

Kuralları net şekilde çizilmiş ve yatırımcıyı koruma güdüsüyle tasarlanmış bir sistemde neyi ıskalıyor olabiliriz ki, sermaye piyasasında var olan katılımcı sayısında ‘Gelişmiş ülkelerin’ çok çok gerisindeyiz?

Ülkemizdeki tasarruf, yatırım ve getiri üçgeninin en önemli ev sahibi bankalardır.

Hepimiz, bankacılık hizmetleri doğrultusunda sunulan bir finansal ürün gamıyla muhatabız ve seçimlerimizi bizlere sunulan bu ürünler doğrultusunda yapıyoruz.

Finansal varlıklar, yapıları itibariyle; farklı risk algılarına, farklı beklentilere ve farklı zaman aralıklarındaki hedeflere odaklanmış kişilere sunulabilecek çok farklı temel özellikler taşımaktalar. Ancak finansal sistem, müşteriyi tanıma ve ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirme konusunda yıllardır çok önemli bir konuyu atlayarak müşteriyle iş ilişkisine geçmekte: Müşterinin risk algısı ve yatırım beklentileri.

Ülkemizdeki tasarruflar vadeli TL&YP mevduat, fiziki altın ve gayrimenkul üçgeninde devam ededursun; tasarruf edebilme disiplinine sahip olabilen kitlelerimiz ‘sermaye piyasalarından uzak’ bir birikim kurgusu içinde nefes alıp verdiklerinden, sürekli gelişen ve değişen sermaye piyasası evreninden, bu evrendeki gizli fırsatlardan uzaktalar.

Sermaye piyasalarının gelişmesi hangi noktalarda gelişme sağlar?

Sermaye piyasaları genellikle şirketlerin pay piyasası ve tahvil ihracı yoluyla ‘bireylerle’ finansal bir alışveriş içinde oldukları, bireylerin ya da kurumların birikimlerini özel bir varlık sınıfı ya da yatırım temasında düşük maliyetlerle değerlendirebildikleri, bir adım ileri gidersek; birey veya şirketlerin dünyanın sürekli değişen risklerine karşı türev piyasalarda ‘koruma veya kazanç fırsatı’ bile arayabildikleri gelişmiş bir piyasa.

Elbette birçok alt kırılımı var bu evrenin ancak, temelde ‘kurallı ve güvenilir esaslara bağlı piyasalar’ olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Sermaye piyasası ürünleri arasında ETF’ler yani Borsa Yatırım Fonları; sıradan bir gelişmiş ülke bireyi için, yatırımlarını sermaye piyasalarında değerlendirirken ulaşabileceği en düşük maliyetli yetkin seçeneklerden biridir. Bu sayede hem bir varlık sınıfına çok düşük bir komisyonla yatırım yapabilirsiniz; hem de çok likit varlıklar olduğu için söz konusu ETF’leri borsalarda alıp satarak ekstra kazanç da elde edebilirsiniz. Ülkemizde ETF (Exchange Trade Fund) Türkçe ifadesiyle Borsa Yatırım Fonu sadece ve sadece 15 adetle sınırlı kalırken; ülkemizdeki sermaye piyasası evreninde yalnızca iki portföy şirketimiz tarafından tercih edilmiş.

https://www.kap.org.tr/tr/YatirimFonlari/BYF

ABD’de menkul kıymet yatırım fonlarının büyüklüğü GSYH’nin %141’i gibi bir rakamla ifade edilirken, bizde bu rakam %2,5 seviyesinde. (Kaynak: TSPB 2020 Sermaye Piyasası Raporu- Mayıs 2020)

Bankaların, ülkemizin en ücra köşesine bile ulaşabilen ağını düşünürseniz, insanlarımıza finansal okuryazarlık kazandırabilmesi ve bireylerin vasatın üzerinde bir finansal bilgi sahibi olarak sermaye piyasalarında güvenle yatırım yapabilmesi konularında önemli rolleri olabileceğini düşünüyorum.

Çok basit bir güncelleme ile, müşteri kabul esaslarına eklenecek ve müşterinin hesap açılışı süreçlerine entegre edilerek müşterinin risk algısı ve sermaye piyasalarına olan ilgisi konusunda fikir verebilecek bir ‘kabul’ süreci, her şeyi daha ‘ölçülebilir’ hale getirecektir.

Bankaların ya da diğer finans kurumlarının, daha müşteri kabulü esnasında toplamış olduğu bu veri, finansal sistemin hem ‘müşteri ihtiyaçlarının doğru anlaşılması’ hem de sermaye piyasası aktörlerinin, bilinçli müşteri tercihleri doğrultusunda ‘disipline’ olmasını sağlayacak doğal bir süreci de tetikleyici olacaktır.  

Basit bir örnek verelim:

Hisse senedi yatırımlarında bilgi, çok kritik değerdedir ve bu bilginin de alt kırılımları var:

  • Haber bilgisi
  • Finansal bilgi
  • Rasyonel beklenti bilgisi

Sıradan bir yatırımcının bu bilgileri ‘mesleği sadece bu olan’ yetkin profesyonellerden alabileceği ‘ulaşılabilir’ mecra ‘finansal analiz’ raporlarıdır.

Sadece ülkemizde değil, Goldman Sachs gibi küresel bir finans devinde bile ‘finans sektöründe istihdam edilecek genç beyinlerin’ kazanılması artık iyice zor hale gelmiş, finans sistemi ‘nitelikli insan kaynağını’ mumla arar hale gelmişse; finansal özgürlük hedefimize, sadece BIST30 şirketlerinin finansalları ve analiz raporlarını okuyarak mı ulaşacağız?

Sermaye piyasasında istihdam edilecek ‘finansal analist’ sayısının artması ve sadece BIST30 şirketleri için değil, BIST100 veya BISTTUM gibi daha geniş yelpazede yer alan şirketlerimizin de ‘finansal analiz raporunun’ yazılması demektir aslında.

Piyasamızın rasyonel bilgi anlamında yatırımcıları bu yönde aydınlatır bir yapıya bürünmesi; hakkında analiz raporu yazılan borsaya kote şirketlerin ‘yönetsel yetkinliklerini’ gözden geçirecekleri, bilinçli yatırımcıya karşı sorumluluk hissedecekleri, iş yapış biçimlerini ‘küresel standartlara göre güncellemek zorunda kalabilecekleri’ bir sonucu da beraberinde getirecektir.  

Özetle, bu sürecin göz ardı edilemeyecek bir ‘insan kaynağı’ gerçeği de var.

Yazının başlığı ‘Yatırımdaki Demokrasi’

Finansal okuryazarlık, gönüllü biçimde yaymaya çalıştığım ve daha fazla insana ulaşması için kendimi adadığım bir kavram.

Bu ülkede herkes, yatırım danışmanlığı tadında finansal hizmet alabilecek ‘alt limitte’ bir birikime sahip olmayabilir. Ancak herkesin, emek harcayarak elde ettiği birikimlerini, finansal sistemin diğer tüm aktörleriyle ‘eşit’ biçimde değerlendirebilmek ve büyütebilmek gibi bir hakkı var!

Finansal varlık özelinde yatırım fonu, finans profesyonelleri tarafından ‘iyi niyet’ esasıyla yönetilerek şeffaf ve yatırımcı lehine kurgulanan bir seçenek olduğu için sosyal medyamda dsa ilk olarak ‘yatırım fonları’ konusuna odaklandım.

Herkes finansal seçenekler anlamında eşit bir evrende olmak zorunda. Ve emin olunuz; bundan daha ilham verici motivasyonum yok mesleki anlamda.

Piyasa duygusuz ve rasyonel. Ülkemizdeki finans sisteminin, tasarruf sahiplerinin varlıklarını sağlıklı biçimde tabana yaymak ve ilgililere en geniş yelpazede hizmet vermek gibi bir ‘çatının altında’ 1.000 TL’si olana da 1.000.000 TL’si olana da eşit yaklaşmak, eşit hizmet vermek gibi bir sorumluluğu var.  

Sistem, tüm paydaşlarını risk algısı ve finansal bilgisine göre kategorize eden sağlam bir disiplin, her risk kategorisine uygun anlaşılır ve kolayca ulaşılabilir bir ürün gamı, bireyler ve onların tasarruflarını her türlü manipülasyondan uzak tutacak sağlam bir alt yapıyı kurmak ve bunu toplumun en ücra köşelerine kadar yaymak gibi bir sorumluluk da taşıyor!

Ve bu sistematik, en güçlü ve verimli yolla; en kolay sermaye piyasalarında sağlanabilir.

2003 yılında başlayan BES sistemine gelen en güçlü eleştirinin, BES planına giriş yapıldıktan sonra ‘BES Fonlarının performans takibinin yapılmaması’ ve fon tercihlerine ait güncelleme yükümlülüğünün ‘katılımcılara bırakılması’ değil miydi?

Herkese eşit yaklaşan ve finansal beklentilerine göre ‘öznel’ hizmet sunabilen bir sermaye piyasasının varlığı çok önemli.

Ve bu piyasanın, örneğin Borsa İstanbul yönetiminin 2021 özetini yaparken övünç kaynağı olarak anlattığı ‘Halka Arz’ metodu ile para toplama mantığından uzak kurgulanması gerektiği çok açık.

Bizim bu ülkenin bireyleri olarak, global hedefleri olan ve sermaye piyasamızı bu yönde geliştirme amacını taşıyan yapısal politikalara, Borsamızı ve dolayısı ile sermaye piyasamızı ‘global’ ölçüde dünyaya tanıtan ufuk açıcı stratejilere ihtiyacımız var.

Örneğin neden Norveç Varlık Fonu yatırım yapmasın sermaye piyasamıza?

Neden biz ülkece büyüme potansiyelimizi, sermaye piyasamız üzerinden global fon sahiplerine ‘sağlıklı yollarla anlatmayı’ denemiyoruz?

Neden çok üzücü şekilde sermaye piyasası, ülkemizde yaşayanlar için manipülatif bir ‘oyun mekânı’ olarak algılanmaya devam ediliyor?

Sözün Özü

Finansal okuryazarlık neden kritik ve tüm paydaşlarını aslında nereye götürür, bu konudaki görüşlerimi de bir sonraki yazıda paylaşacağım.

Sağlıklı bir finansal piyasada elde edilecek getiriler veya sisteme sağlanan güvenle birlikte faiz odaklı beklentilerden uzaklaşarak daha uzun vadeye yayılan sermaye piyasası potansiyeli, sistemin tümünü rehabilite edebilecek; sistemdeki tüm oyuncuları ‘daha iyiye’ itecek içsel bir dinamiğe sahip.

İlk adım, insanlarımızı ‘finansal okuryazarlık’ konusunda ‘yeterli’ bir seviyeye ulaştırmak olmalı.

Sağlıkla kalın.

Hisse Senedi hayatınızı değiştirebilir mi?

Aslına bakarsanız bu satırları yazdığıma inanamıyorum. Bundan 4-5 yıl önceki halimi düşününce…

Kayıptan korkan, risk tahammülü oldukça düşük seviyede olan bir yatırım anlayışım vardı benim uzun bir dönem; inanamıyor olmamın nedeni de bu aslında. Bir önceki yazımda başlı başına risk içeren bir seçenek olan ‘döviz riski yatırım’ ve bunun finansal piyasalardaki en riskli türlerinden biri olan ‘Eurobond’ ürününden bahsetmiş; hisse senedi yatırımlarımla ilgili düşüncelerimi bir sonraki yazıda paylaşacağımı belirtmiştim.

O yazı, bu yazı.

Pandemi sonrası tasarruflarımızı yatırıma dönüştürme sürecimiz ‘kendini her gün yenileyen’ bir ‘öğrenme’ süreciyle devam ederken; yatırım denen şeyin aritmetik değil, duygusal olduğunu anlamak, oldukça ufuk açıcı oldu benim için, ailemiz için.

Büyük resmi görebilir miyiz?

Öğrenme sürecinin en güçlü tetikleyicisi ‘merak’ bildiğiniz gibi.

Bende de öyle oldu. Finansal varlıkları teker teker ele alıp, riskleri, getiri potansiyelleri ve dönemsellikleri gibi temel özelliklerini derinlemesine okudukça, tasarruf sürecimizi başarılı yatırımlara götürebilecek şeyin aslında ‘büyük resmi görebilmek’ olduğuna inandım.

Evimizdeki her bireyin kendine ait bir BES planı var -o dönemde 18 yaş altı BES yoktu- planları kendi adımıza yapıp %100 lehdar olarak oğullarımızı seçtiğimiz planlarda bile ‘Borçlanma araçları, Para Piyasası Fonları’ gibi şimdi nasıl seçtiğime hala inanamadığım fon karmalarını benimsediğimi gördüm.

Varlık sınıfı bazında getirilerin nasıl farklılaştığını görüp, uzun vadeli yatırımlarda riskli kabul edilen unsurlara da yer verilebileceği gibi kendim için devrimsel bir düşünceye evrilmem de, bu uzun okuma, bilgi edinme sürecinden sonrasına rastlar.

Efsanevi kazançlar genelde efsanelerde kalıyorlar.

Hisse senedi konusundaki motivasyonumun temelinde ne olduğunu düşündüğümde aklıma gelen en güçlü cevap, sabredebilme erdemini gösterebilen istisnai insanların elde ettiğini okuduğum efsanevi getirilerdi.

Hani şu ‘Vay be!’ dediklerimizden.

Yıllar önce alınan, uzun süre elde tutulan hatta belki de unutulan bir hisse senedinin, sahibini ondan bile habersiz biçimde, sessizce zengin edişi de diyebiliriz.

İnsana bir hedef lazım

Ancak elbette ki romantik şekilde başladığım bu macerayı sürdürülebilmek için ‘disiplin’ gerekiyordu, ister istemez ben de o yöne evrildim. Hisse senedi piyasaları ile ilgili ‘iyi kitapları’ okudukça, muhafazakar yatırımcı geçmişimden gelen bir iç ses nedeniyle, hisse senedi zamanlaması yapamayacak biri olduğum yargısına çabucak vardım.

Benim hisse senedi yatırımım öyle tasarlanmalıydı ki, gece yatağıma yattığımda içimdeki o iflah olmaz muhafazakarı bastıracak bir mantık silsilesi olmalıydı hisse senetlerim para kaybettiğimde.

Hangi hisse senedi portföyünün benim uykumu en az kaçıracak portföy olduğunu anlamaya çalıştım. Zira yaşım itibariyle ‘hisse senedi sayesinde temettü emeklisi’ olacaksam, çok fazla bir zamanım yoktu; ancak bir yandan da ‘yaşım itibariyle de’ yaşam döngümün yatırımlarda risk alınabilecek dönemini çoktan geride bırakmıştım.

Yatırımınız uykunuzdan etmemeli.

Bu ikilemden çıkmaya çalışırken, kendimce bir çözüm buldum. Aslında mucidi ben değilim, bu fikri de bir kitaptan okudum, mantık süzgecimden geçirdim ve uygulamaya karar verdim.

Benim hisse senedi portföyümde hisse sayısı çok az olamazdı, çünkü riski bölmeliydim; hatta bu sayı 12 ile 18 hisse senedi arasında değişmeliydi ki, kalp çarpıntısına gelemezdim, hisse başına aldığım riski minimize etmeliydim. Bu yöntemin riski azaltırken, getiriyi de baskıladığını bilmiyor muydum, elbette biliyordum ancak bu seçim ‘geceleri beni uykusuz bırakmayacak’ bir tercih; burada herkesin tercihi farklılaşabilir, herkes kendi yaşam döngüsünde çok başka riskler alabilir.

Portföy oluşumunda bu disipline bağlı kalıp, yaşam döngümüzü merkeze koyarak tercih yaptım zaten. Evimizde eşim ve iki oğlum da dahil olmak üzere, toplamda 4 tane, bir diğer deyişle her bireyin bir hisse senedi portföyü var. Çocukların portföylerini henüz yaşam döngülerinin erken dönemlerinde olduklarından daha uzun vadeli beklentilere cevap verebilecek seçeneklerden oluşturdum.

Portföydeki hisse adedi size ne konforu sağlar, ne kaybettirir?

Eşimin ve benim portföyüm ise, emeklilik dönemimize 5-6 yıllık bir süre kalmışken, emeklilikte bize ‘sürdürülebilir gelir yaratan’ bir mantıkla biçimlendirilmeliydi. Bunu da temettü ile yapacaktık. İsterseniz bu iki portföyü ‘temettü portföyleri’ olarak adlandırayım; çocukların portföyleri ise ‘büyüme odaklı ve geleceğe yönelik’ portföyler olsun.

Sektörel dağılım hisse senedi yatırımında riskleri dengelemek ve farklı sektörlerden tercihler yaparak büyük resmi ıskalamamak gibi bir etki yaratıyor bence portföylerde.

Büyük oğlumun portföyü

Hisse seçimlerimi oldukça radikal biçimde ‘sadece rasyonel nedenlere dayalı olarak’ belirlemeye çalıştım. Bu saptamaları,

  • Şirketlerin faaliyet raporları,
  • Yatırımcı sunumları,
  • Analist sunumları,
  • ‘Hedef fiyat belirleme’ amaçlı dönemsel analiz raporları,
  • Şirketle ilgili haber akışları,
  • Şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine olan uyumu,
  • AB ile komşu bir ülke olduğumuz gerçeğinden hareketle AB’nin karbon nötr politikasına uyumlu iş modelleri oluşturup oluşturmadığı,
  • Sürdürülebilirlik ilkelerine göre çalışıp çalışmadığı gibi oldukça geniş bir karar ağacının dallarından çıkardığım sonuçlarla yaptım.

Sürdürülebilir Kalkınma için 17 Küresel Hedef

Araştırma, inceleme ve karar verme gibi ‘ön süreçleri’ olabildiğince sağlam yapmalıydım ki, uzun vadeli yatırım yolcuğumda sadece şirketlerdeki sahiplik oranımı, yani bir diğer deyişle hisse adedimi istikrarla arttırma konusunda ‘odağımı’ koruyabileyim.

Portföyü oluştururken aynı zamanda, şirket seçeneklerim arasında ‘değer yatırımı‘ odaklı şirketler olduğu kadar ‘büyüme odaklı’ şirketler de olmalıydı ki, değer yatırımı şirketleri hali hazırda zaten fazlasıyla büyük olduklarından, büyüklükleri sebebiyle elde ettikleri üretim çıktıları hacimleri doğrultusunda büyük olamadığında, aradaki farkı henüz büyüme evresinde olan iyi şirketlerin yüksek marjlarıyla dengede tutabileyim.

Bu düşünceyle de portföyümün üçte birini gelecek beklentileri güçlü kurgulanmış, büyüme odaklı planlamaları olan ve bu doğrultuda yatırım yapan şirketlerden oluşturmalıydım.

Value Investing : Değer Yatırımı

Çocukların portföyünde büyüme amaçlı, gelecekte daha büyük değerler yaratabilecek şirketlerin oranı daha yüksek olabilirdi, ki öyle yaptım. Onların portföyünde bu oran %50 gibi.

2020 yılının temmuz ayında yapılmış bir hisse senedi yatırımıyla ilgili elbette ki elimdeki done, sadece bir buçuk yıla yaklaşan bir getiri çıktısından ibaret.

Ukalalık yapmayacağım.

Ancak şunu net gördüm.

Düzenli alımlarla, istikrarla arttırılan hisse senedi adetleri, portföydeki ‘yatırım maliyetini dengeleyen’ ve zaman geçtikçe hisse adedinin artışına paralel olarak, sürdürülebilir geliri ‘mümkün hale getiren’ en önemli unsur.

Şöyle ki, Temmuz 2020’de 65K gibi oldukça mütevazi bir başlangıçla yatırıma başladığım hisse senedi evreninde; yılı sene sonuna kadar yaptığım düzenli alımlarla 86K gibi bir büyüklükle bitirmiştim. Gülmeyin, tutar küçük biliyorum.

2021 yılının Mart ayı gelip, portföyümdeki şirketlerim birer birer temettü dağıtmaya başlayıp, Mayıs sonu geldiğinde 2020 yılında 86K yatırım yaptığım portföy bana 8K gibi bir temettü getirince şunu çok iyi anladım. Yatırımlarım kartopu etkisini, ben düzenli olarak hisse senedi almaya devam edersem ve aldığım ‘temettüleri de aynı hisseye yatırarak bileşik getiriyi mümkün hale getirirsem’ gösterebilirdi.

Temettü; şirketlerin her yıl dağıtılabilir kar paylarından Yönetim Kurulu kararı uyarınca, yatırımcılara hisse adetleri nispetinde ödeme yapmasıdır.

2021 Mayısında bu gerçeği gördüğümde hisse senedi yatırımlarımla ilgili iç motivasyonumun bir hayli güçlendiğini fark ettim.

Üstelik bu uğraş, beni geliştiren bir sürecin içine de itmişti.

Portföyümde 15 tane şirket olunca, her hafta sonu biri ile ilgili araştırma, okuma, not alma gereği hissettim. Yatırım şirketimin temel analiz platformunu daha sık kullanmaya, şirketlerimin haber akışına daha fazla hakim olmaya başlamıştım.

Hisse senedi uzun vadeli bir yatırım aracıdır.

Bu bilgi akış süreci, bir süre sonra çok önemli bir davranış değişikliğine de yol açtı. Hisse senedi yatırımlarımın ilk günlerinde hisse fiyatlarına günde en az 3-4 kez bakan ben; zaman geçtikçe bunu sadece akşamları yapar hale geldim. Portföyün geldiği noktayı her akşam kontrol ederken bu süre önce bir haftaya, sonra iki haftaya çıkar oldu.

Çünkü başlangıçta belirlediğim hisse adet hedefi doğrultusunda, ulaştığım hedef gerçekleştirmeler henüz daha %8 gibi %9 gibi tek haneli olduğundan, odaklanmam gereken asıl şeyin ‘payımı arttırmak’ olduğunu kavradım. Hafta sonları çalışmalarımı da bu doğrultuda yapar oldum. Bir temel analiz platformu satın alarak hem sahip olduğum hisse senetlerini, hem de portföyümde olmayan ancak dikkatimi çeken hisse senetlerini ‘temel analiz’ kriterlerine göre değerlendirir oldum.

Sosyal medyada takip ettiğim ekonomistler, finans profesyonelleri bende bu anlamda çok önemli değişimlerin itici gücü oldular ve hala da bu rutine keyifle devam ediyorum. Okuyorum, izliyorum, analiz ediyorum, biriktirmeye devam ediyorum.

Peki bu kadar stratejiden sonra 2021 yılının temettü çıktısı nasıl olacak, bu benim için çok kritikti. Kartopu etkisi çok önemli ve bunun gücünü arttırabilmek için ilk yıllarda sabırla biriktirmek, adet arttırmak ve tasarruflarımı yatırıma dönüştürme sürecimde ‘payımı arttırmaya odaklanmak’ zorundayım.

2021 yılına ait temettü gelirimi 18.000 TL olarak tahmin ediyorum.

Hesaplarıma göre, 2022 yılında alacağım muhtemel temettü tutarı, küçük oğlumun %80 burs ile okuduğu özel okulun bu yılki eğitim ve yemek ücretini karşılayacak seviyeye ulaşıyor, kısacık bir macera için şahane bir başlangıç!

Rakam olarak da 18K TL’ye denk geliyor; çok ümit verici.

Hatta 2022’nin geri kalan 11 ayında hisse senedi yatırımlarımıza ne kadar ‘ilave’ yapabileceğimi de kabaca hesaplamış durumdayım. Enflasyonun ürkütücülüğü ve maaşların ‘enflasyon kadar artmamış olması’ elbette can sıkıcı ve hedeflerimde daraltıcı bir etki yapacak ama, şükür ki borçlanma periyodumuz sona ereli 3 yıl gibi bir süre geçtiğinden, daha rahat davranabileceğimi düşünüyorum.

Tasarrufu yatırıma dönüştürme işindeki en güçlü silahımızın ‘borçsuzluk‘ olduğunu bir kez daha çok net görüyorum.

Her insan önce kendi yaşamından ders alıyor, bizim aile olarak en büyük sorunumuz; ki burada en büyük sorumluluk bana aittir; tasarruf disiplininden uzaklaştığımız 4 yıllık bir zaman diliminde ‘gereksiz borçlanmak’ ve bu borçlanmayı anlamsızca devam ettirerek bir süre sonra parasal açıdan hareket edemeyecek hale gelmek ve önlem almak zorunda olduğumuz gerçeğini en sert biçimde hissetmekti. Borçlarla olan savaşımı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.

Heyecanla Mart 2022’yi bekliyorum.

Yılın ilk temettüsü ödemesi beni şimdiden motive ediyor. Kendi yaptığım hatayı çocuklarımın yapmaması için onlara örnek olmaya çalışıyorum. Telefonlarına portföy izleme programları indirdim, haftalık sohbetler yapıyoruz, hisseler neden düştü, neden prim yaptı anlamaya çalışıyorlar. Şimdiden yorum yapıyor, beni yönlendiriyor, fikir veriyorlar, yatırımlarını sahipleniyorlar.

Sanırım en önemlisi de bu olacak onlar için ileride.

Kendi ölçümüzde bir yatırım ve yaşam mottomuz var küçük beylerle;

  • Tasarrufu asla küçümseme,
  • En küçük banknotla bile yatırım yapabilirsin,
  • Sabır bu süreçteki en önemli duygu durumudur,
  • Sadece hedefe odaklanmalı,
  • Tasarrufu yatırıma aktarmaktan korkmamalı,
  • Bileşik getirinin gücünü asla ıskalamamalı,
  • Dalgalanmalarda yolundan çıkmamalı,
  • Sürekli devam etmelisin.

Sözün Özü

Hisse senedi yatırımında en güçlü kılan taraf güncel kalmak zorunda olmak belki de, hayatın içinde olmak, olanı biteni, dünyayı takip etmek, yatırım yaptığın şirketi bu kriterlerle izlemek. Bir sonraki yazıda hisse seçimlerimdeki detaya ineceğim.

Sabır çok önemli bir erdem ve hisse senedi yatırımı, eğer strateji belirleme ve hisse seçimlerini rasyonel kriterlere göre, emek harcayarak yaptıysanız, bunun karşılığını alma ümidi veren en güçlü seçenek bana göre.

Evet, bana göre!

Çünkü yatırım işinde;

  • Her zaman
  • Her yerde
  • Her karar
  • Öznel!

Sağlıkla Kalın.

Yatırım Portföyünde Döviz Varlık Ne Kadar Olmalı?

2021 benim için ve portföyüm için nasıl bir yıl oldu, bir değerlendirme yazısının vaktidir.

Yatırımlarım ‘kendimce’ bilinçli bir çeşitlendirmeyle, yatırım fonu, hisse senedi, altın, döviz ve gayrimenkul olarak farklılaşmış ve bütünün içinde farklı ağırlıklarla dağılmış durumda.

Ailece tasarruf ve yatırım sürecimizin en verimli adımı, uzun vadeli bir borçlanma, yani kredi ile konut alımı idi. 2009 yılında yaptığımız bu borçlanmayı 2014’de bitirdik ve o günden bu güne kendi evimizde oturuyoruz. Varlık dağılımında bahsettiğim gayrimenkul sadece bu borçlanma sonucu alınan konuttan ibarettir.

Neden dövize de yatırım?

Bugün yatırımlarımda dövize neden yer verdiğimi ve bunun ‘bize özel’ sebeplerinin ne olduğunu paylaşmak istedim. Elbette döviz birikimi için banka mevduatı gibi klasik bir seçenek de var, ancak ben neden Eurobond tercihi yaptığımı paylaşmak istedim.

2021’de yatırımlarım nasıl değişti?

Öncelikle pandemi döneminde başlayan bir yatırım tercihinin ‘öznel’ taraflarını belirtmem gerekir. Bu yıl oğlum üniversite sınavına girecek ve ülkemizdeki üniversitelerde ‘bilgisayar, yazılım mühendisliği gibi bir akademik eğitime ulaşmaya çalışacak. Aralıksız ve gayet düzenli şekilde hazırlanıyor, umarım emeklerinin karşılığını alır.

Ailesi olarak bizim de ödevlerimiz var. İki oğlumuz var, küçük oğlumuz da bu yıl ortaokula başladı. Zamanlamayı iyi hesap ederek finansal plan yapmamız lazım. Başlangıçta planım çocuklarımın eğitimlerinde ‘devlet okulları’ ile ilerlemek ve bu sürede çocukların üniversite ve yüksek lisans gibi, olursa yurtdışı gibi hedeflerine maddi destek verebilme yönündeydi.

Ancak ne kadar planlasanız da bazen ‘kervanı yolda düzmek’ gerekiyor ülkemizde. İşin zorlayıcı tarafı, hiç bir planlamayı ‘uzun vadeli’ yapmak da pek olası değil maalesef. Ülkemizdeki ‘resim’ sürekli değişiyor. Bireyleri de ‘uyumlanmaya, güncellenmeye’ itiyor.

Okul masrafları

Bu yüzden pek çok yetişkin gibi, benim planlarım da tutmadı.

Büyük oğlumu ortaokuldan itibaren ‘özel okul’ evreninde var etmeye çalıştık. Küçük oğlum da, ilkokul birinci sınıfa çok iyi bir devlet okulunda başlangıç yapmasına rağmen;

  • kurs,
  • etüt,
  • ikindi kahvaltısı,
  • kırtasiye,
  • okula yardım,
  • İngilizce desteği,
  • servis vb.

tüm maliyetler, orta ölçekli butik bir özel okul kıvamında olunca; ilkokul ikinci sınıfta evimize çok yakın bir özel okul tercihi ile, bize servis masrafı da doğurmadan devam etti, halen bir özel okulda devam ediyor.

Özel okul, ailemiz için ‘zorunlu bir tercihe’ dönüştü.

Şanslıyım çünkü iki oğlum da %80 seviyesinde öğrenim bursuyla elde ettiler bu imkanları, durumun ailemiz için ‘sürdürülebilir’ olması bu sayede mümkün oldu. İstanbul şartlarında burs olmadan iki çocuğu özelde okutmak, pek çok aile için mümkün olmadığı gibi, bizim için de mümkün değil.

Büyük oğlum liseye 4 yıldır Öğrenci Kartı kullanarak aylık 78 TL maliyetle gidip geliyor, okulunda yemek satın almadık, yemeğini evde hazırlayıp yanına veriyoruz. Küçük oğlumu sabah ben bırakıyorum, akşam üzeri büyükannemizle birlikte Metro kullanarak dönüyor.

Okul masrafları ‘özel okul’ tarafına evrilince an itibariyle en güçlü umudumuz, büyük oğlumuzun bir devlet üniversitesinde ‘mühendislik’ okuması ve o sayede bize ‘yurtdışı eğitimleri için tasarruf kapısı aralayabilmesi’

Yaşayarak göreceğiz.

Eurobond tercihine gidiş

Bu ana plan, yatırımlarımda ‘dövize’ mutlaka yer vermek gereğini doğurdu ve bu noktada ‘Hazine Eurobond’u’ tercihi yaptım.

Yatırım portföyümüzün %20’lik kısmı Eurobond yatırımından oluşuyor ki; Eurobond’un vergisel yükümlülüklerini bilmek ve buna göre hareket etmek gerekiyor.

Eurobond tercihimi %6 kupon faizli 25.03.2027 vadeli Hazine Eurobondundan yana yaptım. Çok kaba bir örnek verirsem, 10.000 USD gibi bir tutar ile yılda 600 USD gibi bir kupon faizi geliri elde etmek demek bu.

Altı ayda bir 300 USD tutarında kupon ödemesi almak, bir diğer deyişle.

Ancak bu tercihi yapmadan önce finansal evrenimizde iyi bir araştırma yapmanız gerekiyor.

Zira, Eurobond alım satımı sektörde maalesef çok yüksek bir tutar olan 200.000 USD karşılığı USD veya EUR gibi bir alt limitle yapılıyor. Birey ve kurumlara Eurobond sunan finansal kurumların büyük bir kısmı, Eurobond’ları kendi hazinelerinin varlık portföyü içinde hazır tutmak yerine; müşteri talebi olduğunda ikincil piyasadan, yani tıpkı bizim dolar, euro, altın alıp sattığımız piyasadan alarak, talep eden müşterisine sunuyor.

Elmayı marketten almak

Bu durum aslında basitçe şöyle örneklenebilir. Elma almak istediğinizde, elmayı doğrudan üreticinin sepetinden almak yerine, o elmayı üreticinin nakde dönüştürdüğü piyasa olan manavdan, marketten alıyorsunuz. Üzerine ek maliyetler geliyor.

Eurobond da böyle, finansal kurum hazineleri, talep olması durumunda varlığı piyasadan bulup size sunuyor. Bu da yatırımcı için maliyet arttırıcı bir unsur. Eurobond’u doğrudan hazine portföyünde tutmak da finansal kurum için büyük bir maliyet olduğundan, genelde ülkemizdeki fiyat işleyişi ‘talep halinde Eurobond’un ikinci el piyasadan bulunup müşteriye sunulması’ şeklinde.

Bu işlemi yapmak için de ‘büyük oranda 200.000 USD karşılığı USD veya EUR cinsi alım yapabilmek gibi bir alt limit’ ile karşılaşıyorsunuz.

Bazı kurumlar ise, Eurobond satışını daha düşük tutarlarda, örneğin 10.000 USD gibi, 50.000 USD gibi seviyelerde de yapabiliyorlar. Bu yüzden, çalıştığınız bankanın veya aracı kurumun, portföy şirketinin Eurobond işlemlerindeki alt limitini öğrenmenizde yarar var.

Ben çok daha düşük tutarlarda Eurobond alım-satım imkanı veren bir bankadan yaptım işlemimi.

Dikkat!

Eurobond konusunda en kritik konu, yüksek riskli ve size anapara kaybı yaşatabilecek bir finansal seçenek olduğunu unutmamak.

Fark ettiyseniz anapara ödemesi 2027 yılında yapılacak bir Eurobond tercihinden bahsettim.

Ki bunu 2027’ye tarihlerken dayandığım dinamikler tamamen benim ve ailemin gelecekteki finansal ihtiyaçlarının ne olabileceği konusuna odaklanmış durumda. Zaten yatırım işinin temelinde olan şey bizim için de geçerli. Yatırım tercihleri herkes için değişkendir, herkes için farklılık gösterir.

Kendime şu soruları sordum Eurobond almadan önce;

  • 2027 yılına kadar bu paraya acilen ihtiyaç duyar mıyım?
  • Paramı böyle bir finansal seçenekte bu kadar uzun bağlamak, ailemin temel ve sosyal ihtiyaçlarını karşılama konusunda beni büyük açmazlara götürür mü?
  • Eurobond konusunda vergisel yükümlülüğümü biliyor muyum ve bu yükümlülüğü yerine getirirken ne yapmam gerektiğini iyice araştırdım mı?
  • Vadesinden önce Eurobond satıp paramı geri almak istersem, örneğin 100 USD yatırmış olmama rağmen, 80 USD gibi bir para ile yetinmek zorunda kalıp, ciddi zarar edebileceğimi de biliyor muyum?
Sorular sorular…

Çalışma hayatımda emekliliğe ulaşmak için 5 yıllık bir zaman dilimi kalmışken, özellikle de 5 yıl sonra büyük oğlumun üniversiteden mezun olacağı ve planlamamız isabetli ilerlemişse yurtdışında bir yüksek lisans için döviz cinsi bir birikime ihtiyaç duyacağımız varsayımıyla, birikimlerimizin bir kısmını Eurobond olarak bağladım.

Bu süre zarfında temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek bir birikimi kenara koyma lüksü, yaklaşık 4 yıldır ailece yaptığımız bilinçli tasarruflar sonucu mümkün hale geldiğinden, pastanın %20’lik dilimiyle böyle bir risk almanın bizi çok sıkıntıya sokmayacağını düşündüm.

Emekliliğe 5 yıl

Ne kadar çok öznel neden var değil mi karar ağacımda?

Emin olun herkes için de böyledir bu.

Yatırımlara karar verirken, bireyin ve sorumlu olduğu diğer insanların yaşam döngülerini parasal anlamda krize sokmayacak finansal kararların alınması gerekiyor.

Bu çok kritik…

Yatırımlarımın Vade Yapısı

Bütçe, tasarruf, birikim ve yatırım döngüsünde özellikle belirlediğim çıpa; enflasyondu şimdiye kadar.

Ancak doların, TL aleyhine özellikle 2021 yılında derinleşen üstünlüğü; yatırımlarımdaki ‘getiri beklentisini’ belki de dolara göre çıpalamam gerektiğini gösterdi.

Yatırımlarımın 2021 genel performansına baktığımda hisse senedi yatırımlarımda belirlediğim ‘vade anlayışının’ çok uzun olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Hisse senedinde alım-satım tarafında değil, hisse yatırımına başladığım 2020 Temmuz ayından beri sadece ‘AL’ tarafındayım. Hisse senedi performansı ve hisse senedi beklentilerimi nasıl kurguladığımı bir sonraki yazıda anlatacağım.

Sadece bu yazı özelinde varlıklarım arasında en yüksek ağırlığa sahip olan hisse senedinde vadesi 2 yıla yaklaşan bir sabır gösterdiğimi not etmek isterim ki, amacım 10 yıllara ulaşmaktır.

Eurobond tercihimden memnunum şu ana kadar, henüz 1 tane bile kupon almamış olmama rağmen. Bu finansal seçenekteki varlığımı ‘farklı Eurobondlar’ ile çeşitlendirmek istiyorum. 5 yıllık süre boyunca yılın 12 ayının en az 6’sında Eurobond kupon geliri elde edecek bir Eurobond portföyü oluşturmak istiyorum.

Bu elbette hemen olacak bir şey değil. Önce TL gelirlerimden tasarruf yaratmama, sonra döviz birikimi elde etmeye, ardından bu dövizin Eurobond almama yetecek bir alt limite ulaşması gerekiyor ki, zaman alacak süreçler.

Yine 10.000 USD örneği ile devam edelim. 25/03/2027 vadeli Eurobond %6 kupon faizi vereceğinden her yıl, 25 Mart ve 25 Eylül tarihlerinde 300 USD tutarında bir döviz akışım olacak diyelim. Amacım bunun sayısını arttırmak ve farklı vadelerdeki Eurobond alımları sayesinde bu nakit akışını diğer aylara da dağıtmak.

25/03/2027 Eurobond seçimiyle ( Eurobond dolar cinsi olduğu ve 6 ayda bir kupon ödemesi yaptığı için ) Mart ve Eylül ayını doldurmuş durumdayım. Bunun yanına Ocak ve Mayıs aylarında kupon ödemesi yapan bir başka Eurobond koyabilirim mesela. Temel olarak buna çalışıyorum. Amacım hisse senedi yatırımından TL cinsi ‘temettü’ geliri elde ederken, Eurobond sayesinde de ‘döviz cinsinden bir nakit akışı’ elde edebilmek.

Artık hayat o kadar zorlaşıyor ki, bir şekilde ‘ek gelir, pasif gelir’ gibi hayati bir ihtiyacı, finansal planlamamıza eklemlemek gerekiyor.

Health: Sağlık / Wealth: Birikim & Servet

Sözün özü

Yatırım işi elbette öznel bir iş.

Yaşınıza, işinize, emeklilik tarihinize, evli ya da bekar olmanıza, çocuklarınızın okul ve sosyal ihtiyaçlarının ne olduğuna göre değişiyor ki, birbirinden farklı binlerce sebebi alt alta yazabiliriz sanırım.

Çünkü insanlar farklı, hayatlar farklı.

Ancak parayı yönetebilmek aslında gerçek anlamda hayatı da yönetebilmek ya biraz da; bu noktada herkesin kendini iyi tanıması, ihtiyaç ve hedeflerini belirlerken, insani özelliklerini de iyi tartması gerekiyor.

Para yönetimi sadece rakamlarla değil, büyük oranda duygularla oluyor.

Sağlıkla kalın.

Ne Piyasa Ama!

Sarsıcı bir hafta yaşadık. Her açıdan hem de.

18 TL’ nin üzerine tırmanan doları da, 2.300 puanın eşiğinden dönen BIST 100 Endeksini de aynı haftada gördük hep beraber. Türk Lirasının bir saklama ve değer koruma aracı olarak ‘niteliğini kaybetme riskinin’ ekonomistler tarafından daha sık dile getirildiği bir ortamda, ekonomi yönetimince dile getirilen ‘değersiz TL ile tetiklenen yüksek ihracat performansı sayesinde cari açığın kapatılması ve kapanan cari açığın dövize olan eğilimi de törpüleyeceği inancına dayalı politika; piyasa dinamiklerinin yeniden konumlanmasına, deyim yerindeyse ‘kartların yeniden dağıtılmasına’ yol açtı.

Değersiz TL ve aşırı hızlı yükselen doların, dolar bazında zaten tarihi diplerinde olan Borsa İstanbul’a hareketlilik getirdiğini, bu rüzgarın gücünü arkasına alan ihracat performansı güçlü BIST şirketlerinin hisse fiyatlarında önlenemez bir ralli yarattığına tanıklık ederken, paramızın dolar karşısındaki aşırı değer kaybından kendini korumak isteyen, ancak spot seviyelerden doğrudan dolara dönme riskini almaktan çekinen yatırımcılarda da, yatırım fonuna karşı bir ilgi artışı olduğunu gözlemledik.

TEFAS : Türkiye Elektronik Fon Alım Satım Platformu

Yatırım fonlarının ‘dövizdeki genel yükseliş’ nedeniyle çok iyi performans yansıtan getiri skalası yatırımcıların dikkatini son dönemde zaten güçlü biçimde çekiyor. Bu trend daha da güçlü hale geldi ve TL bazındaki birikimlerin önemli bir kısmı da, dolara karşı bir koruma sağladığı için, yabancı varlık taşıyan yatırım fonlarında değerlendirilir oldu. Yatırımcılar bu evreni daha çok tanımak, daha çok bilgi edinmek istedi, bu fonlara yönelerek TL kazanmış olsalar bile servetlerini dolara karşı koruma özelliği de taşıyan bu fonlar sayesinde bir çeşit ‘sigorta’ satın almak istediler ve para koruma reflekslerini sermaye piyasamıza etkin şekilde yansıtan pozisyonlar aldılar.

Kur Korumalı TL mevduatın ‘çatı unsur’ olarak yer aldığı ve ilave unsurlar eklenerek TL cinsi yatırımı özendirmeyi hedefleyen bir dizi ekonomik önlem, yarattığı sonuçlarla küçük yatırımcıların aklından uzun dönem hiç çıkmayacak ‘kaybedişleri de getiren’ acı bir deneyim silsilesi oldu.

Dövizdeki sert düşüş, hisse senedi piyasasında deprem yaratırken, dolardaki hızlı yükseliş nedeniyle birikimini korumak için yabancı varlık taşıyan yatırım fonu tercih edenleri de etkiledi, kurdaki sert düşüş, sözü geçen varlıklarda getiri bazında korkunç bir erozyon yarattı.

Borsa İstanbul yatırımcısı için, ekonomi yönetimi negatif reel faiz politikasını en güçlü şekilde dile getirince başlayan ralli, endeksin seviyesi 15 Ekim 2021’deki 1.409 seviyesinden yükselişi ile başladı. 16 Aralık 2021’deki 18 TL’lik dolar kurunu da gördüğümüz gün; 2.278 seviyesine kadar soluksuz sürdü ki, bu ralli hisse senedi yatırımcısı için %60 gibi bir getiriye işaret ediyor.

Kaynak: Finnet Plus 2000

Kur Korumalı Mevduat planının açıklanması, BES planlarındaki Devlet Katkısının %30’a çıkarılması, temettü stopajındaki %5’lik indirim gibi haber akışları resmi tersine çevirdi, Borsamızda bu defa ‘ihracatı güçlü şirketlerin sert olumsuz ayrıştığı’ bir sürece girdik.

2 ayda %60 prim yapmış bir borsanın elbette düzeltme yapması beklenir. Kurun yükselişinden korunmak adına kendine ait olmayan parayla borsaya girme yanılgısının faturası, hem bu şekilde pozisyon alanları fiyatlardaki anormallikler nedeniyle ‘zorunlu teminat tamamlama’ işlemlerine, hızlı değer düşüşü nedeniyle nakit de bulamadıkları için hisse senedini ‘mecburen’ satıp pozisyon kapamak zorunda kalma gibi çift yönlü bir kayba götürdü. Tüm bu fırtınaya algoritma bazlı pozisyon kapamalar da eklenince borsamızdaki düşüş, endeksin tümünü etkileyen sarsıcı bir satış dalgasına dönüştü.

Okuduklarımdan ve gözlemlerimden çıkarımım budur.

Yabancı varlık içeren #yatırımfonu yatırımcısı ise, piyasanın kapalı olduğu gece başlayan çok sert düşüşün etkisini, fonlar ortalama %25 seviyesinde değer kaybedince yaşadı. Takip eden gün devam eden %7-8’lik düşüşler de buna eklenince, moraller bozuldu, yıprandık, hırpalandık.

#yatırımfonu evreninde yabancı varlık taşıyan fonların yükselişi, SPK’nın onay verdiği bir metodolojiye dayalı. Fiyatın, fondaki yabancı varlık değerlerinin TCMB Dolar Alış Kuruyla TL’ye çevrilerek hesaplanması ve fon fiyatının günlük olarak bu değişkenler sonrasında açıklanması dinamiğinin doğal sonucu.

Mart 2021 görevden almasıyla beraber, TCMB Başkan değişiminden beri dolar kuru 7,20’li seviyelerden 18’li seviyelere soluksuz biçimde geldi. Dolar yükselince yabancı fonlar da yükseldi. Değersiz TL, yükselen #dolar efektiyle biçimlenen son dönemdeki ‘hakim’ yatırım eğilimi, Kur Korumalı TL Mevduat açıklamasıyla bir an kendini sorgular hale gelince, #BORSA 2.278’den 1.804’e inerek nasıl 4 günde %16 civarı düştüyse, yatırım fonları da dolar kurunun sert düşüşünden kaçamadı.

#yatirim işinde ana hikaye her zaman uzun vadeli olmalıdır diyor uzmanlar.

En azından benim okuduklarım bu yönde. Bu hafta bunu çok net yaşadım ben de, bir çok yatırımcı gibi. Önümüzdeki günlerde, bu şok kayıpların zamana yayılarak yerine konduğu bir süreç bizi bekliyor belki de.

Belki diyorum, çünkü bilme şansım yok. Sadece planıma bağlı kalabilir, yatırım tercihlerimde, yaşadığım türbülans sonucu değişmesi gereken içsel tercihler olabilir mi diye gözden geçirebilirim, ki şu an için düşünmüyorum.

Tek bir hisse satmadım, #temettü için çok daha hevesliyim.

Bu pazar günü, geçtiğimiz haftanın ‘hasar raporuna’ bakıyorum; çayımın eşliğinde dersimi çalışıyorum. Uzun vadeli hisse senedi yatırımlarıma, #temettü beklentisiyle biçimlendirdiğim portföyüme, #yatırımfonu getiri performanslarıma tekrar bakıyorum.

Bu sarsıcı haftanın ardından, daha motive olduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Uzun vadeli yatırımlarıma devam etme yolundan milim sapmaya da niyetim yok.

Hayat, bir öğrenme süreci.

Uzun vadeli strateji, nitelikli performans takibi ve sabır.

Basit planlara odaklanıyorum.

Her yaşanmışlıktan ders almaya çalışıyorum.

Her şeyin başı, sağlık…

Borsa İstanbul rekoru bir yanılgı mı?

Borsa İstanbul 03/12/2021 akşamı 1.910,41 kapanış değeriyle tarihsel zirvesini yeniledi.

Tasarruflarımı yatırıma yönlendirme sürecimin en önemli kısmı hazırlık aşamasıydı.

En uzun kısım bu oldu diyebilirim.

Önceliği duygularıma vererek, hangi yatırıma uygun olduğumu tartmaya ve anlamaya çalıştım. Okuduğum kitaplar, izlediğim videolar ve edindiğim fikirlerle bazı konularda daha sağlam bilgi setleri oluşturdum kendime. Ya da en azından, geçmişteki ‘ben’e göre daha iyi seviyede bir yatırım anlayışı diyelim buna.

Son dönemde ülkemizde devam edegelen ‘eksi reel faiz’ ortamının Borsa İstanbul’a getirdiği kararsızlık, TCMB’nin artık faiz indirim döngüsünün kaçınılmaz olduğu mesajını vermesiyle son buldu ve zaten USD bazında dünyanın en ucuz borsalarından biri olan ülkemiz borsasına cılız da olsa para girişi olmaya başladı.

Hisse senedi ile ilgili bilinçli okuma yapan herkes bilir, döviz oynaklığının olduğu dönemlerde ‘döviz geliri’ baskın olan ya da bir diğer deyişle ihracatı yüksek olan şirketlerin öne çıkacağı bir sürece girilmesi muhtemeldir. En azından rakamlar böyle söyler.

Faiz indirim döngüsünün devam edeceği ve eksi reel faiz ortamının devamının ‘o kadar da önemli olmadığı’ mesajının en üst kademeden veriliyor ve sıklıkla dillendiriliyor olması borsamızdaki yukarı yönlü hareketin başlangıcını ifade ediyor. Piyasa belirsizliği sevmez derler, belirsizliği ortadan kaldıran şey ‘rasyonel olsun olmasın’ sadece suların biraz da olsa berraklaşması, borsamıza yetti.

Ben de tüm bu karmaşa ve toz duman içinde, hisse senedi yatırımlarıma yakından bakmaya, fakat bu kez getirileri dolar bazında tutmanın doğru olup olmadığı konusunda bir saptama yapabilmek için, bir ön çalışma yapmaya karar verdim.

Bu yazıda sizlerle bunu paylaşmaya çalışacağım.

Yaklaşık 530 güne ulaşan bir süreçten bahsedeceğim hisse senedi yatırımlarımda.

Zirve ve dip noktalarının neresi olduğunu, hangi ekonomik konjonktürden olumlu beslendiğini, hangisinde dolara yenildiğini anlamaya çalıştım. Türkiye gibi enflasyon sorunu yaşayan ülkelerde yatırımcı davranışlarının sıklıkla ‘serveti koruma’ amacıyla altın ve dövize kaydığını, hatta ‘yastık altı’ olarak ifade edilen bireysel servetin, ekonomi yönetimi tarafından dile getirilen yeni anlayışı savunmak adına bir teminat unsuru olarak referans alındığını da görüyoruz.

Ben de sanırım ilk dönem okumalarımın etkisi ve enflasyon deneyimini her dönem yaşamış bir ülkenin bireyi olarak, ‘serveti koruma’ ana temasıyla, yatırımlarımın bir kısmını mutlak surette dövizde değerlendirmeyi planlamıştım. Kafamda da çok kaba biçimde ‘en azından %30-35 gibi bir eşik belirlemiştim.

Yaklaşık 36 aya yayılan tasarruf ve yatırım sürecimin ilk zamanlarında yaptığımız asıl şey, tasarrufu öne alarak daha az harcamaya odaklanmak ve sorumluluğumuz altındaki borçları ‘kazasız belasız’ bitirmekti. Varlık/borç dengesi varlıklardan yana ağırlık kazandıkça, her ay elimizde biriken ‘artı değerin’ nasıl en verimli şekilde değerlendirileceği sorusu, bu gelişim sürecinin en tatlı endişesi oldu.

Bu noktada da başlangıçta belirlediğim ‘en az %30-35 döviz’ motivasyonuyla küçük küçük döviz alımları yaparak, ailemizin döviz tevdiat hesaplarının vadesizden vadeliye evrilmesini sağladık. Başlangıçta ‘vadeli mevduat açılacak kadar bile büyük olmayan’ bu birikimler, zamanla bu eşiği aştı, bize çok az da olsa faiz getirisi de yaratmaya başladı. ( Sonrasında mevduatın yerini eurobond aldı ki, bu başka bir yazının konusu )

Aylık tasarruf planlamamı yaparken mutlaka ve mutlaka %30-35’lik kısmı düzenli olarak döviz alımına ayırma disiplininden hiç kopmadım.

Ancak asıl odak noktam hisse senedi ve bu süreçteki öğrenme açlığıdır.

Mahfi Eğilmez kitaplarından bazıları

Dr.Mahfi Eğilmez kitaplarının neredeyse tamamını okudum. Warren Buffet’tan Benjamin Graham’a, Richard Thaler’den Robert T.Kiyosaki’ye kadar tüm yazarları okumaya çalıştım ve yazılan deneyim setlerinden rafine bir strateji çıkarmaya çalıştım.

Kurguladığım basit stratejide ‘bileşik getirinin gücünden’ faydalanacaktım hisse senedi yatırımlarımda.

Temel analize göre finansal oranları sağlam, faaliyet raporlarını okuyabildiğiniz, kurumsal yönetimle yönetilen, sürdürülebilirlik raporu olan, sektörünün güçlü oyuncusu ve hakkında bolca analist raporu yazılan, haber akışı yakından takip edilen şirketlerden elde etmeyi planladığım sermaye kazancıyla; bu şirketlerin yaşam döngülerinde en baştan belirleyip ilan ettikleri temettü politikaları sayesinde elde edeceğim temettü gelirleri, benim portföyümün ana stratejilerini oluşturuyordu.

Risklerimi sektörel bazda dağıtmayı, şirket başına aldığım toplam riski, şirket sayısını optimum bir noktaya kadar çıkararak azaltmayı hedefledim. Bu satırları yazarken portföyümde 14 şirket bulunuyor. 100 birimlik bir risk setinde şirket başına %7 gibi bir risk almış oldum. Elbette kişiseldir ve herkes için farklı bir değer ifade etmesi çok normal.

Zira yatırım işi tamamen öznel bir iş, herkes için belirlenmiş ve herkese uyan net bir doğru yok. Bu nedenle herkesin seçimine saygı duyuyorum.

Seçtiğim şirketlerin ana faaliyet döngülerinde ve finansal değerlerinde bir anormallik yoksa ve bu rutini bozma potansiyeli taşıyan olumsuz bir haber akışı görülmediyse, hisse performansını etkileyen ana unsurlar; aslında benim hisse senedi yatırımındaki uzun vadeli bakışımı ‘zedelemeyen’ unsurlar oluyor.

Ben sadece elimdeki ‘sahiplik’ erkini arttırmaya çalışıyorum, basit ifadeyle ‘pay arttırıyorum’

Yaklaşık 1,5 yıla ulaşan bu süreçte genel tavrım, gelirlerimizin içinde belirlediğimiz bir tutarı mutlaka ‘tasarruf havuzuna’ atmak ve planın başında belirlemiş olduğum varlık dağılımı doğrultusunda dağıtmaktan ibaretti. Hisse senedi yatırımında tecrübe edilmiş temel doğruları da yanımdan ayırmamaya çalıştım.

Tasarrufları düzenli olarak yatırıma yönlendirerek bu davranışı ‘bir aile kültürü’ haline getirebilmek ise, mental anlamda bizi en çok ‘besleyen’ unsur oldu. Dört kişilik bir aileyiz ve evdeki her bireyin bir hisse senedi hesabı var. Hepsindeki seçimlere de ‘ayrı ayrı’ özen gösterilmiş olduğunu sanırım söylememe gerek yok.

Hisse senedi birikimlerimizdeki dolar bazlı zirve noktası, Kasım 2020’de göreve gelen Naci Ağbal’ın, ülke ekonomisi ve piyasa paydaşlarını büyük oranda kucaklayarak anlaşılır ekonomi politikalarıyla TL’yi değerli kılmaya odaklandığı ve sağlıklı bir TCMB-Piyasa iletişimi ve ülkeye giren yabancı yatırımcının da etkisiyle, döviz kurunu dizginlediği dönem oldu.

Sanırım bu bir tesadüf değil.

Sağlıklı olan da bu.

Borsada devam eden çılgın ralli endekste bizi 1900 puanın üzerine çıkarmış olmasına, kişisel olarak ise Borsa İstanbul endeksini bu coşku döneminde bile yenmiş bir portföye sahip olmama rağmen ulaştığım yer, TL’ nin değerini arttırmaya odaklı rasyonel ekonomi politikalarının güdüldüğü dönem zirvesinin üzerinde değil, altındadır.

Tüm bu toz duman içinde, neredeyse 6 ay %25-30 K/Z seviyelerinde gezen portföyümün şu an%80 seviyesine ulaşmış olması, ülkemizin parasının diğer paralar karşısında daha fazla değer kaybetmesi nedeniyle bir anlam ifade etmiyor. Elbette üzücü.

Aldığım ders şudur:

Yatırım ortamımızın sağlıklı oluşu, bizleri başarıya ulaşma konusunda daha şanslı kılıyor. Ancak şunu da biliyorum. Tasarruf ve yatırım, tıpkı hayatın ‘ta kendisi’ gibi, öğrenme sürecinin bir parçası. Tasarruf sürecindeki ‘özne’ ve onun kişilik özellikleriyle uyumlanan, okuma ve yetkin insanları izleme süreciyle beslenip güncellenen ve taze kalan bir yatırım planı; duygu yönetimini de iyi yaptığımızda bizi başarıya ulaştırabilir.

En azından ben böyle düşünüyorum.

Ekonominin, tüm paydaşları kucaklayan, anlaşılır ve öngörülebilir dinamiklerden oluşumunun ne kadar önemli olduğunu, sağlıklı bir piyasa ortamında yakaladığım pozitif değere nasıl önemli bir etki yaptığını yaşayarak gördüm. Evet farkındayım, bu yazıyı Borsa İstanbul endeksinin TL bazlı tarihi rekorunu kırdığı bir gün yazıyorum.

Toplumun tüm paydaşlarını kucaklayan bir piyasa ortamına çok ihtiyacımız var. Değiştiremeyeceğimiz şeyler için endişelenmek yerine, etki edebileceğimiz ve geliştirebileceğimiz ‘yegane’ değere odaklanmak gerekiyor belki de: kendimize…

Sağlıkla kalın.

Tematik Fonlar: Bugün mü,gelecek mi?

Sevgili dostlar,

Prof.Dr.Serra Eren Sarıoğlu’nun yönetici ortağı olduğu İyi Gelir Platformu’nun Youtube kanalında konuk olduğum ‘Tematik Fonlar’ konulu sohbetimizin içeriğini paylaşmak istiyorum. Sohbet esnasında kullandığım bilgiler 06/09/2021 tarihli TEFAS verileridir.

Yararlı bulmanız dileğiyle,

Keyifli okumalar dilerim.

Yatırım fonlarıyla ilgilenen yatırımcıların ismini sıklıkla duyduğu, Youtube kanalında bilgilendirici videolarını izlediği, İyi Gelir ’in Twitter’da gerçekleştirdiği Sıra Fon Yatırımcılarında sohbet programının ayrılmaz konuşmacısı sayın Yücel Ferek programımızın konuğu.

Ben esas konumuza geçmeden önce izleyicilerimizin sizi biraz daha tanıyabilmesi için bir soru yöneltmek istiyorum. Sosyal medya hesaplarınızdan birinde 23 yıllık bankacı olduğunuzu yazmışsınız. Aynı zamanda “Finansal özgürlük” terimini profilinize yerleştirmişsiniz. Aslında siz bir beyaz yakalısınız ancak paylaşımlarınızdan da anladığımız kadarıyla temettü emekliliği, finansal özgürlük konularında yol kat ettiğinizi görüyoruz. Biraz buradaki bakış açınızdan ve finansal özgürlük konusunda nasıl bir yol izlediğinizden bahseder misiniz? Yatırım fonları bu yolculukta nasıl bir yere sahip?

Mesleğimin ana odağı bireyler, yani insan unsuru olduğu için; bu uzun dönem boyunca doğal olarak finansal davranış biçimlerini sıkça gördüğüm bir laboratuvarın içinde oldum. Toplumun her kesiminden birçok bireyin tasarruf, birikim ve borçlanma gibi seçimlerini gözledim, büyük çoğunluğuna bu yolda kılavuzluk ettim, finansal yanlışlardan kaçınabilmeleri adına, bir çeşit finansal danışmanlıktı bu aslında.  

Gereksiz tüketmek,

Gereksiz kredi ve kart kullanmak,

Gereksiz borçlanma,

Tasarruftan uzak kalma, tasarrufu sürekli erteleme,

Küçük tasarrufu küçümseme ve gücüne inanmama gibi kısır döngü yaşayan bireyler, bu sürecin içinde veya sonunda sadece kendilerini değil; ailelerini de yıpratıyorlar. Finansal kararlar, aynı çatı altındaki herkesi etkiliyor.  Bunlara uzun dönem boyunca hep tanıklık ettim, hala da ediyorum.

Mesleki olarak deneyimlerimi paylaşma ve yeterli finansal bilginin herkes için ücretsiz ve ulaşılabilir olduğunu anlatma adına güçlü bir mesleki sorumluluk hissettiğimi söylemeliyim. Videoları bunun için çekiyor, blog yazılarımı bu yüzden yazıyorum.

Beni finansal özgürlük kavramına iten şey, yanlış finansal kararların kişinin kendisi ve ailesinde yarattığı yıpranmayı hem gözlemek hem de bizzat yaşamak oldu. Bazı şeyleri yaşayarak öğrenebiliyorsunuz. Finansal özgürlüğe ulaşmak için yapılacaklar listesine baktığımda, bütün yollar beni aslında en temel soruya, yani yolun en başına götürdü:

Nasıl daha etkin tasarruf yapabilirdim?  

Yatırım fonlarını tam da bu noktada güvenilir buldum ve sizin de sıklıkla ilettiğiniz gibi, çeşitlendirme ve riski dağıtma gibi güvenlik unsurlarıyla tasarruflarımızın 1/3’ünü fonlarda değerlendiriyorum.  Kısa hikâye bu aslında.

Ailemiz için koyduğum ‘emeklilik döneminde sürdürülebilir ek gelir hedefi’ ise beni ülkemizin üreten ve değer yaratan şirketlerine hisse senetleri yoluyla ortak olarak; o şirketlerin elde ettiği kârlılığı düzenli bir gelire çevirmemizi sağlayan temettüye yöneltti ve temettü emekliliği süreci böylece başlamış oldu.

Tasarruf alışkanlığımdan vazgeçmeden, sabır ve istikrarla hedefe ilerlemeye çalışıyorum.

Yücel Bey ile bu videoda “Temalı Yatırım Fonlarını” konuşacağız. Son 1 senedir portföy yönetim şirketleri yatırımcılara farklı yatırım olanaklarını sunmaktalar. Turizm sektöründen blockchain teknolojisine, sağlık şirketlerinden dijital oyun pazarına kadar farklı birçok tema yatırım fonları vasıtasıyla portföylerimizde yerini almaya başladı. Sizin de kendi Youtube kanalınızda temalı fonların 17’si ile ilgili inceleme videoları bulunmakta. Sermaye piyasamızda geçmişi henüz bir yıl bile olmayan tematik fonların odaklarında hangi konular var?

Teknoloji teması bu alandaki en köklü tema sermaye piyasamızda ve teknoloji kavramının genelliği, onu bir çatı kavram haline getiriyor. Üstelik bu durum ‘teknoloji fonlarını’ yatırımcı sayısı ve fon toplam değeri gibi konularda da güçlü kılıyor. TEFAS verileri bu durumu açık biçimde gösteriyor. İfade ettiğiniz gibi henüz ‘çok genç’ temalara bakarsak;  

  • Alternatif Enerji
  • Sağlık Sektörü
  • Blok Zinciri
  • Sürdürülebilirlik odaklı fonlara rastlıyoruz. Sürdürülebilirlik Çevresel sosyal ve Kurumsal yönetim ilkelerini yatırım kararlarına entegre etmiş şirketler olarak ifade ediliyor ve yurtdışında ESG endeksleri olarak geçiyor, ülkemizdeki karşılığı ise BİST Sürdürülebilirlik Endeksi şirketleri.
  • Turizm ve Seyahat sektörü fonları örnek verilebilir.
  • Tematik fon kavramına en güçlü katkıyı yapan fonlardan birinin unvanında ‘Elektrikli Araçlar’ gibi bir tanım taşıdığını ve sektörün majör fonlarından biri olduğunu eklemeliyiz.

Teknolojinin alt sektörleri olarak bir sınıflandırma yaparsak,

  • Yarı İletken Teknolojileri
    • Siber Güvenlik Teknolojileri
    • Dijital Oyun Sektörü gibi temaları eklemek mümkün.

Pandemi döneminde sürekli yükselen fiyatları nedeniyle dikkatleri üzerinde toplayan Tarım ve Gıda sektörü bir portföy şirketimizin serbest fonuyla yatırımcılara sunulurken, aynı temaya yönelik bir değişken fon da izahnamesi onaylanmış halde, halka arzını bekliyor.

  • Petrol
  • Emtia
  • Kadınların istihdam ve şirket yönetiminde söz sahibi olmalarını destekleyen ‘Kadın’ fonu da tematik fonlarımız arasında.

Tematik Fon Konuları

Hangi portföy şirketlerimiz daha çok tematik fonlar konusunda çalışmakta?

Tematik fon liginde İş Portföyün 10 fonu var. Bu fonlardan hem büyüklük hem de yatırımcı sayısı açısından en güçlüsü şirketin Elektrikli Araçlara odaklanan fonu. İş Portföy 10 fondan 8’ini karma ve değişken olarak tercih etmiş, kalanlar ise Hisse senedi ve Fon Sepeti Fonu şeklinde.

Ak Portföy ’ün tematik 7 fonu var. Bunlardan 5’ini hisse senedi fonu olarak konumlandırmış. Yabancı hisse senedi fonlarını 20 seçilmiş şirket ve eşit ağırlıklı yatırım, şeffaf yönetim olarak ifade ettikleri bir yöntemle yönetiyor Ak Portföy ve yatırımcı sayısı yüksek seyreden portföy şirketlerimizden.

Garanti Portföy ’ün 8 tematik fonu var. Şirketin Turizm ve Seyahat, Tarım ve Gıda, Finans Sektörü, Sağlık Sektörü gibi 4 tematik fonunun şu anda TEFAS’ta işlem görmediğini, izahnamelerinin onaylandığını ancak henüz halka arz edilmediklerini hatırlatalım.

Liste Yapı Kredi Portföy, FİBA, QNB ve TEB Portföy olarak devam ediyor.

Tematik Fonların Portföy Şirketleri bazında dağılımı

Yatırımcı sayısı ve fon toplam değeri olarak baktığımızda tematik fonlarda ilk 3 fon aynı. YAY AFT ve IPJ. IPJ 24binin üzerinde yatırımcı sayısıyla en çok yatırımcının tercihi olurken, YAY fon ise toplam değer açısından en büyük fon olmuş. YAY fonun güçlü çizgisini yatırımcı başına portföy büyüklüğünde de görüyoruz ki, yatırımcı başına 238.000 TL gibi bir ortalama rakam, oldukça yüksek.

İş Portföyün 4 tematik fonu, yatırımcıların şu an için küçük tutarlarla tasarruf yaptıkları fonlar olarak ifade edilebilir.

Yatırımcılar neden tematik fonları tercih etmeli? Ne gibi avantajları var? Bu fonların “hisse senedi, değişken, karma veya fon sepeti fonu” olarak kurulduğunu görüyoruz? Diyelim ki aynı temadan iki fon var ve birisi hisse senedi, diğeri karma (teknoloji) fon olarak kurulmuş. Yatırımcı seçim yaparken neye göre karar vermeli?

Tematik fonlarda kazanç beklentisinin daha uzun vadeli kurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Uzun vadeyi 1 yıl ve daha uzun vade olarak ifade ederiz ama bana sorarsanız 1 yıl vade tematik bir fon için kısa bile olabilir. Temalı fonların ana odağı ‘geleceği fiyatlamak ve gelecekle ilgili beklentiyi’ yatırımcı için ‘bugün’ bir seçenek haline getirmek. Fiyat odaklı dalgalanmalara karşı güçlü durabilmek, vadeyi alışılmışın dışında uzun tutabilmek gerekebilir.

Joe Biden ABD seçim kampanyasının merkezine yenilenebilir ve temiz enerjiyi koydu, birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke fosil yakıtlardan elde edilen enerjinin yerine temiz enerjiyi koymaya çalışıyor, İngiltere’de 2030’dan sonra benzinli ve dizel araç satılamayacak örneğin.

Evet bunlar, odağında bu temaya yakın olan fonlar için çok güçlü beklentiler ancak yolculuk bir hayli uzun.

Bunu unutmamak lazım.

Tematik fonlar ifade ettiğiniz gibi 4 fon türünde gruplanmış durumda.

  • Hisse senedi
  • Değişken
  • Karma
  • Fon Sepeti Fonu

En fazla değişken fon tercih edilmiş, onu karma fonlar takip ediyor. Hatta Garanti Portföy Temiz Enerji Karma Fon gibi başlangıçta Karma fon olarak başlamış, ancak şu an değişken olarak devam eden örnekler de var. Değişken + Karma fonlar daha fazla tercih edilmiş. 7 tematik fon da ETF’ler yoluyla yatırımcılara sunulmuş.

Burada kritik husus, Portföy şirketinin fondaki hedefini nasıl tanımladığı, hedefini nereye koyduğu. Bu saptama zaten fonun risk derecesini belirleyen en önemli unsur oluyor. Aynı yatırım ufku bize hisse senedi fonu ve karma fon gibi iki farklı türde sunuluyorsa; hisse fonda %80 hisse tutma, karma fonda en az iki varlık grubunda minimum %20 ağırlık taşıma zorunluluğu gibi riski farklılaştıran seçimler yapıldığını unutmamak lazım.

Bu sebeple tematik fon tercihlerimizden önce Yatırımcı Bilgi formu ve İzahname gibi kritik belgelere mutlak göz atmalı, sindirerek okumalı.

Tek bir tematik fon alarak bir portföy oluşturmak ne kadar doğrudur? Bu tematik fonların riskleri ne düzeydedir?

Finansal varlık dağılımı yapmamak bizi tek bir varlık grubunun getirisine ortak edebilir ancak o varlık grubunun riskini de en sert şekilde almamız sonucunu doğurur. Finansal varlıklarımızı yönetirken ana planımızdan uzaklaşmamak, plan dahilinde varlık dağılımı yaparak yatırım sürelerine uyum göstermek çok önemli.

Bu, tematik fonlar için de fazlasıyla geçerli bir durum. 06/09/2021 TEFAS verilerine göre risk seviyelerine baktığım 32 tematik fondan 19’unun risk seviyesi 7 üzerinden 6 iken, 6 fon ise 7 üzerinden 7 yani çok yüksek riskli olarak ifade ediliyordu. Tematik fonlar bu puanlamaların da açıkça işaret ettiği gibi riskli fonlar.

Yeni çıkmış bir tematik fonun performansını geçmiş verisi olmadığı için değerlendiremeyiz. Ancak yine de bir yaklaşımlama yapmak için kullanabileceğimiz bir kriter var mıdır?

Ben fonların karşılaştırma ölçütü olarak belirlenen endekslere bakıyorum.

Endeks içeriklerine, endekste hangi şirketler ya da varlıklar olduğuna.

PDR’si açıklanmamış bir fonun yatırım ufku ile ilgili fikir verebilir. Zira PDR içindeki finansal varlıklar, büyük oranda ölçüt endeks içeriğindeki varlıklar olabiliyor.

Ayrıca ölçüt endeks içindeki majör şirketlerin ya da ETF’lerin son dönem getiri performanslarına Investing ekranı kullanılarak da bakılabiliyor.

Şirket ya da ETF hakkında çok önemli bilgilere ulaşmak bu sayede mümkün olabiliyor. Elbette bunların hepsi, bir internet bağlantısı sayesinde ulaşılabilecek, ücretsiz bilgi kaynakları.

Yatırımcıların risk tahammüllerine, beklentilerine ve kurguladıkları yatırım sürelerine uygun yatırım araçlarını seçmesi gerekli, yatırım fonları içinde bundan böyle önemli yer edineceği konusunda bizlerde güçlü bir izlenim bırakan ‘tematik fonlarda da durum böyle.

Yatırımdaki en önemli unsurun ‘öznellik’ olduğu unutulmamalı.

Sabır bizi nereye ulaştırır?

Hayatın akışı içinde planlama yapmak, çoğu zaman hep aklımızdan geçen; ancak pek de uygulayamadığımız davranış biçimi sanki. İnsan, kimi zaman bir doğum gününde, kimi zaman sıradan bir yılbaşı gecesi, değiştirmek istediği şeylerle ilgili bir söz verir kendisine içten içe; der ki ‘artık bundan sonra böyle yapacağım!’

Plana bağlı kalmak

‘O an’ için kendimize moral veren bir iç sözün beynimizden kalbimize giden direktifidir bu.

Kendimize söz verdiğimiz o ‘milat’ gelince asıl zorluk, uygulamada başlar. İlk hevesin verdiği enerji sayesinde büyük bir motivasyonla başlarız hayallerdeki hedefe doğru. Birinci gün, ikinci gün, birinci ay, üçüncü ay…

Zaman geçtikçe hedef yolda karşımıza çıkan ‘taş toprak’ ya da elimize batıveren bir ‘diken’ başlangıçtaki o ‘ilk motivasyonu’ örselemeye başlar, düz çizgi üzerinde devam eden o yolculukta sapmalar yaşarız.

Nasıl başlarsak öyle mi gideriz?

Tasarrufa karar vermişken bir de bakmışız; cep telefonumuz daha iki yılını doldurmamışken, yeni modelin büyüsüne kapılıp telefon değiştirmişiz, ya da uzun süreli olarak yatırım yapmayı kafamıza koymuşken, hisse senedimizdeki kısa dönem kazançları ‘cebe atmak’ için al-sat yapmaya başlamışız.

İki uç örnek gibi görünse de, bu davranışların temelinde sanırım biraz ‘sabır’ olgusundan uzaklaşmak yatıyor.

Pandeminin bizi eve kapaması ve zamanımızın ‘zorunlu olarak’ bollaşması, 2020 başında beni ‘tasarruflarımı nasıl arttırırım’ gibi bir soruya götürmüş, ardından gelen soru ise ‘daha iyi nasıl değerlendiririm’ olmuştu.

Finansal okuryazarlık ülkemizde son dönemde çok dile getirilir bir kavram ve temelinde yatan en önemli unsurun ne olduğunu ve işleri yıllardır finans ve yatırım sektörlerinde, akademik çevrelerde geçen insanların ‘neden bu olgu için gönüllü çalıştıklarını’ anlamaya çalıştım.

https://foy.tbb.org.tr/finansal-okuryazarlik-nedir

Toplum olarak hafızamızın çok güçlü olduğu söylenemez, her şeyi çok çabuk unutuyoruz ve şimdi artık bu resme ışık hızı ile yarışan bir haber akışı da eklendi, kuşkusuz. Her şey çok çabuk olup bitiyor, hayatlarımızı planlayıp geleceği kurgulamak ve geleceğe yatırım yapmak daha da önemli hale geliyor.

Finansal sistemin doğası

Tasarruf alışkanlıklarımızın ‘finansal sistem’ içinde gerçekleşen en önemli ifadesi ‘paramızı bankaya yatırmak ve faiz getirisi elde etmek’ olarak özetlenebilir yıllardır. Elbette bu tanımın içine ‘dolar veya euro olarak elde tutulan ya da bankaya yatırılan’ parayı da eklemek lazım.

Altın ise geleneksel bir yatırım aracımız ve pandemi döneminde oluşan belirsizliğin altını nasıl desteklediğini hep beraber yaşadık tüm dünyada. Nişan ve düğünlerle sosyal hayatımıza derinden işleyen, toplumumuzun genlerine yayılarak bir ‘yatırıma’ ve bir kaç kuruş arttırarak aldığımız bir çeyrekle ‘düzenli birikime’ dönüşen altın, tasarruf dinamiklerimizde her zaman güçlü bir yer tutacak, bu kesin…

Tasarruf alışkanlıklarımızın genel bir resmine baktığımızda, banka mevduatı, döviz ve altın birikimi olarak bir özet görmek gayet olası.

Elbette buna çok güçlü tasarruf yöntemlerimizden biri olan ‘konut edinme ve kira geliri elde etme’ seçeneğini de eklemeliyim. Ancak konut, sıradan bir insanın ömründe bir veya iki defa ulaşabileceği ‘bir fildişi kule’ ülkemizde, bu yönüyle ‘küçük miktarlarla birikim yapabilme’ noktasında diğer seçeneklerden ayrıldığını söyleyebiliriz.

Gelir dağılımımızın ‘çok sağlıklı olmadığı’ gerçeğini önümüze koyduğumuzda, tasarruf olgusunun ‘herkes için ulaşılabilir’ olmasındaki kritik noktanın; yatırım yapılabilir seçeneklerin de ‘ulaşılabilir’ kurgulanması’ olduğunu görüyoruz.

Asgari ücret ile geçimini sağlayanların, tüm ücretlilerin neredeyse yarısı kadar olması, bunu zorunlu kılıyor. Herkesin küçük tutarlarda da birikim yapabilme gibi bir lüksü olmalı.

Ülkemizdeki enflasyonist ortam ve toplumumuzun geniş kesimlerine yayılmış ve düşünsel olarak ‘kemikleşmiş’ gelecek kaygısı, para söz konusu olduğunda bizleri ‘kısa vadeli düşünmeye iten’ bir çok toplumsal tecrübenin bir sonucu olarak görülebilir.

Bir İskandinav ülkesinde bir yılda görülecek haber akışını sadece bir haftada, hatta bir günde görmeye alışmış ülkemiz insanı; sağlam ve dingin bir zemine bir türlü oturamayan bu sosyal ortam nedeniyle ‘geleceği uzun vadede kurgulama’ gibi bir lüksten doğal olarak uzak kalmış durumda.

Finansal sistemin küçük yatırımcıya sunduğu seçenekler, temelde ‘paranın değer kaybını’ aşarak, yatırımcıya bir ‘artı değer’ sağlayabilme amacını yöneliktir. Enflasyon sorunu yaşayan bizim gibi ülkelerde ‘küçük yatırımcının doğal beklentisi’ de budur.

Finansal sistem bunun için farklı risk algılarına sahip yatırımcılar için farklı zaman aralıklarında yatırım yapılması gereken alternatifler sunar ki, hisse senedi yatırımı da bunlardan biri.

Hisse senedi fiyat grafikleri

Hisse senedi, en küçük TL banknot ile bile alabileceğiniz, bir şirkete ortak olma hakkını sunabilen bir yatırım metodu. Ülkemizde son dönemdeki ‘halka arz’ hareketliliğini saymazsak, genel toplam içinde ‘görece’ küçük bir yüzdeye sahip, insanımızın çok ilgi göstermediği veya gösterse bile en yoğun metot, yani al-sat mantığıyla uyguladığı risk dolu bir gelir arttırma yöntemi aslında.

Ancak hisse senedindeki en önemli unsur, finansal değerleri sağlam, yönetimine güvenilebilir şirketlere uzun vadede yatırım yaparak; o şirketin büyüme ve değer yaratma potansiyeline uzun vadede ortak olabilmek, hisse senedi yatırımını kısa vadeli bir gelir arttırma yöntemi olarak değil; uzun vadeli bir yatırım yöntemi olarak benimseyebilmektir.

Hisse senedi veya borsa deyinde hemen ilk akla gelen klişe cümlenin ‘borsa oynamak’ olması bu durumun dilimize yansıyan bir ifadesi olarak da kabul edilebilir. Toplumsal yatırım genlerimizin doğal olarak devrede olduğu ve yatırımın ‘vadesini’ kısaltan davranış biçimleri bunlar.

Elbette ben de bu toplumun bir parçasıyım ve sürekli dile getirilen bu klişeden başlangıç dönemlerimde etkilenmediğimi söyleyemem. Bir hisse senedi alıyorsunuz, o hisse senedi artı değer yarattığında satıp kazancınızı cebinize koyuyorsunuz. Oldukça basit görünen ve uygulanabilir bir yöntem gibi geliyor ilk başta insana. Ancak asıl sorun ‘kaybetmeye başladığınızda’ ortaya çıkıyor.

Bilim insanları, insanın ‘kazanca verdiği olumlu tepkinin, kayba verdiği olumsuz tepki kadar güçlü olmadığını’ saptamışlar. Özeti insanın kazanırken deneyimlediği duygusal tatmin, kaybederken yaşadığı üzüntünün yerini kesinlikle tutmuyor. Hisse senedi, kayıp ve kazancı doğasında taşıyan ve bu iki duyguyu yatırımcısına sıkça yaşatma potansiyeli taşıyan, hırpalayıcı bir yatırım yöntemi olarak gösterilebilir.

Kritik nokta şu:

Hangi davranışı gösterirsek?

Hepimizin birleştiği bir nokta vardır ki; bir çoğumuzun dedesinin zamanında ‘buralar dutluktu.’

Ancak şimdinin dünyasında pek öyle şeyler yok. Hayatın çok hızlı aktığı 21.yy dünyasında hem kendimiz hem de sevdiklerimiz için, başımızı döndüren bir çok seçenek arasından doğru seçimleri yaparak ‘bir şeyler için’ sabredebilmeliyiz.

Hisse senedi yatırımında ikinci yıla girdim ve ilk zamanlarımdaki duygu yoğunluğunun artık azaldığını hissediyorum. Bu azalış ‘bir hedeften sapma halinden’ değil, bu sürede ‘sabır’ olgusunun kazandırdıklarını ‘net olarak’ gözlemiş olmaktan kaynaklanıyor.

İlk zamanlar portföyüme her gün bakardım, bu yavaş yavaş değişti. Önce haftalığa, sonra aylığa evrildi. Bu sürede hedeflediğimden de fazla temettü geliri elde ettim ve uzun vadeye inancım perçinlenmeye başladı.

Bu yazıyı bir başlangıç kabul ediniz.

Devamında ‘sabrın neden önemli olduğunu’ yaşanmış deneyimler ışığında paylaşacağım.

Bildiğim bir şey var ki o da şu; yatırım işinde profesyonellerin sürekli söyledikleri şeyler ve küçük yatırımcıyı korumak adına verdikleri tavsiyeler ‘klişe değil’ gerçekten yaşanmış ve büyük olasılıkla zararı görülmüş davranışlardan sonra elde edilmiş ‘çıkarımlar’.

Yolu uzun kabul etmek lazım. Herkes yaşam döngüsünün farklı bir noktasında ve herkesin oyun planı birbirinden farklı oluyor, bu işin doğasında var. Önemli olan, plana bağlı kalabilmek.

Sabırlı olabilmek.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Sağlıkla kalın.

Covid-19’da Sağlık Çalışanı olmak: Yaşatabilmek ve Yaşayabilmek İkilemi

Giriş

31 Aralık 2019’da Dünya Sağlık Örgütü Çin Ülke Ofisi, bilinmeyen bir vaka tipini kayıtlara geçirirken, adres olarak da Çin’in Hubei eyaletindeki Wuhan şehrini göstermişti. Bu vaka tipi, 7 Ocak 2020’de daha önce insanlarda tespit edilmemiş yeni tip koronavirüs olarak literatüre geçiyor ve Covid-19 olarak tanımlanıyordu.

       Tarih 11 Mart 2020’ye geldiğinde, salgının çıkış yeri olan Çin dışında 113 ülkede de görülmesi üzerine Covid-19, Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel salgın: pandemi olarak tanımlandı. (1)

       Pandemi dönemlerinde toplumların doğal savunma hatları sağlık sistemi ve o sistemin aktif çalışanları olmaktadır. Covid-19’un tüm insanlık için en yıpratıcı tarafı ‘bilinmezliği’ olarak ifade edilebilir. Yayılma hızı göz önüne alındığında, özellikle salgının ilk evrelerinde, ülkeler arası gelişmişlik farklarını bile ikinci plana atan geniş bir çaresizlik yarattığı görülmüştür.

Amaç

Bu çalışmada, Covid-19 salgınının sağlık çalışanları üzerindeki etkilerine odaklanılacak, pandemi sürecinde sağlık sistemi ve sistemin bizzat kendi çalışanları üzerinde yarattığı fiziksel-psikolojik travmalara dikkat çekilerek; konuya ücretli emek, yabancılaşma ve rol çatışması gibi kavramlarla da açıklama getirilecektir.  

       Yarattığı etkileri yaşamımızda halen güçlü biçimde hissettiğimiz Covid-19 ile yapılan mücadelede en önde mücadele eden sağlık çalışanlarının çalışma koşullarının iyileştirilmesi, güvenlikle ilgili sorunlarının çözülmesi ve psikolojik açıdan desteklenerek toplumumuza tekrar güçlü sağlık profesyonelleri olarak dönmelerinin önemi açıklanmaya çalışılacaktır.

       Araştırma sırasında sağlık sektöründe yer alan meslek örgütlerinin basın açıklamalarından, gazete haberlerinden, Dünya Sağlık Örgütü ve T.C. Sağlık Bakanlığı gibi global ve yerel kurumların kamuya açık olarak paylaştığı bilgilendirmeler ve bu bilgilendirmelerde yer alan datalardan yararlanılmıştır.

Covid-19 ve Sağlık Sistemindeki Kayıplar

Covid-19 sürecinde ön safta yer alan sağlık çalışanlarının yaşadığı en ciddi fiziksel risk, sebebi bulunamayan ve çok hızlı yayılan bir hastalığa mesleki çözüm yaratmak amacıyla çok uzun sürelere çıkan çalışma sürecinin bizzat kendisi olmuş; sadece ülkemizde değil, dünyada da sağlık çalışanları doğrudan salgın riskine maruz kalmışlardır.

       Ülkemizde ve dünyada sağlık çalışanları, toplumun diğer kesimlerine göre yaklaşık 10 kat daha fazla oranda Covid-19 hastalığına yakalanmaktadır.  (2)

     Ülkemizde ilk Covid-19 vakası 11 Mart 2020’de raporlanmıştır. (3) Yılın sonuna baktığımızda 31 Aralık 2020 tarihli Sağlık Bakanlığı resmî site verilerine göre, ülkemizde 2.208.652 adet Covid-19 vakası görülmüş, bu vakalardan 20.881 tanesi vefat ile sonuçlanmış durumdadır. (4)  

       Türk Tabipler Birliği’nin yayınlamış olduğu ‘Covid-19 Pandemisi Altıncı Ay Değerlendirme Raporunda’ İzmir Tabip Odasının yapmış olduğu saptama, sağlık çalışanlarının 10 kat daha fazla hasta olduğunun altını çiziyor, (5) basında Türk Tabipler Birliği’nden alınan bilgiye de yer verilerek, 28 Aralık 2020 tarihi itibariyle ülkemizde Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiren sağlık personeli sayısının 302’ye çıktığı belirtiliyordu. (6)

Sağlık Çalışanları özelinde Covid-19 sürecinde güçlükler

Dünya Sağlık Örgütü, sağlık çalışanlarının hakları, rol ve sorumlulukları ile ilgili olarak yayınladığı bildiride, sağlık çalışanlarının karşılaştıkları risk ve tehlikeler arasında, salgına yol açan Covid-19 virüsüne maruz kalmanın yanı sıra uzun çalışma saatleri, psikolojik stres, aşırı yorgunluk, mesleki tükenme, damgalanma, fiziksel ve psikolojik şiddeti saymaktadır. (7)

       Şiddet olgusu ülkemizde, Üsküdar Üniversitesi tarafından yapılan ve 81 ilde 897’si sağlık çalışanı olmak üzere toplam 6 bin 318 kişinin online olarak katıldığı araştırmada çok çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor. Araştırmada sağlık çalışanları, kendilerine ve meslektaşlarına yönelik şiddetten yüzde 55 oranında kaygı duyduklarını ifade etmektedirler. Ölümleri halinde aile bireylerinin gelecekleri konusunda kaygı duyanların oranı ise yüzde 43 olarak kayıtlanmıştır. (8)

       Toplum olarak sağlık çalışanlarına olan bakışımızın normale dönebilmesi, sağlık çalışanlarına duyulması gereken saygının toplumun tüm kesimlerine yeniden benimsetilebilmesi, uygulanan şiddetin hukuki sonuçlarının sıfır tolerans ile süratle adalet mekanizmamıza taşınabilmesini gerektirmektedir.

Sağlık çalışanlarının yaptıkları iş nedeniyle aldıkları zorunlu risk, doğrudan salgına maruz kalmaları ve fiziksel şiddet ile bitmemekte, bunlara ücretler genel seviyesindeki yetersizlik nedeniyle yaşanan maddi güçlükler de eklenmektedir. Bilindiği gibi, işçinin emeğini bir iş sözleşmesi karşılığında satması olarak da tanımlanan ücretli emek; sağlık çalışanlarının da maddi edimlerine ulaşma yoludur.

       Pandemi nedeniyle var olan koşulların daha da ağırlaşması, üstelik fiziksel ve duygusal anlamda yenilenmeye en çok ihtiyaç duydukları dönemde kaldırılan izinler, aralıksız çalışmak gibi ağır yükümlülükler, elde ettikleri tek kazanım ‘ücret’ olan sağlık çalışanlarının; aldıkları risk ile kıyaslandığında çok düşük gelirler elde ettiği yönündeki görüşlerin de dile getirilmesine yol açmış, salgının başlangıcında, sağlık çalışanlarına yapılan ek ödemelerin üç ay ile sınırlandırılmış olması da meslek örgütlerinin sıklıkla eleştirdiği uygulamalardan biri olmuştur. (9)

       Profesyonel mesleklerin niteliği gereği, meslek öncelikleri ile ebeveyn-evlat gibi sosyal rollerinin arasına sıkışan, pandeminin olağanüstü koşulları yüzünden ‘birini tercih etmek’ zorunda kalan sağlık çalışanları, sosyal rolü yerine getirememekten dolayı hem kendilerine hem de çevrelerine karşı bir yabancılaşma yaşayabilmektedirler.

       Covid-19 riski nedeniyle kendi çocuğuna yaklaşama, ev ortamına girememe, bu durumun kendi çocuğunda yarattığı psikolojik soruna şahit olma ve sorumluluğu altındaki bakıma muhtaç yaşlı aile bireyleriyle ilgilenememe gibi durumlar, sağlık çalışanında mesleki yükümlülük ile sosyal yaşam ikileminde bir rol çatışmasına dönüşebilmekte, sağlık çalışanını ‘tükenmişlik’ gibi tamiri zor bir duygu ile karşı karşıya bırakabilmektedir. (10)    

  

      

Sağlık çalışanlarının mesleklerini daha iyi ekipmanlar ve daha iyi fiziksel koşullarda yapabilmesinin yarattığı olumlu etkiyi, salgın sürecinde bu tarz yeterlilikleri üst seviyede olan gelişmiş ülkelerin pandemi ile olan mücadelesinde gözlemlemek mümkün olabilmiştir.

       Ancak sorun ülkemiz özelinde sadece maddi şartların yetersizliği ile ilgili değildir. Sosyolojik bir analiz sorunudur. Hastalar veya hasta yakınları tarafından şiddet olaylarına maruz kalma olgusu ülkemiz sağlık sisteminde sıkça yaşanan çok ciddi bir sorun olarak halen çözümlenmeyi beklemektedir.              

Sorunun sağlık çalışanları üzerinde yarattığı duygusal travmanın çözümlenmesi konusu ise, hem sağlık çalışanı olma yolunda bireylerin yeniden özendirilmesi, hem de var olan sağlık sisteminde etkinliğin arttırılabilmesi için, vazgeçilmez bir etik değer olarak sosyal yaşamımıza hızla entegre edilmelidir. 

Sonuç

Pandemi dönemi, sağlık çalışanlarımıza duyduğumuz ihtiyacı kesin şekilde ilk sıraya koyan travmatik dönem olarak tarihteki yerini alacak. Bu süreçte küresel salgın dinamiklerinin ürkütücü yönünü bizzat yaşayan ve aldığı riski ikinci plana iterek fedakârca mücadele eden sağlık çalışanlarına hem dünya hem de ülke olarak büyük bir teşekkür borçluyuz.

       Ancak bu borçluluk halinin sadece söylemde kalmaması için, sağlık çalışanlarına ait çalışma şartlarının, kendilerini daha değerli ve üretken hissetmeleri adına, fizyolojik ve psikolojik gerekliliklerle beraber, mesleki teknik ve sosyal yönden de yeniden tanımlanması, ardından güçlü biçimde hayata geçirilmesi gerekmektedir.

       Ülkemizde Covid-19’un meslek hastalığı olarak değerlendirilmesi gerektiğine yönelik tartışmalar halen devam ederken, bu konudaki sonucun bahsettiğimiz yeni ve güçlü standartların arasında olup olmayacağını ilerleyen süreçte göreceğiz. Bu yönde atılacak adımların gücü, sadece Covid-19 dönemiyle sınırlı kalmama ve genele kararlı biçimde yayılma kapasitesiyle doğru orantılı olacaktır.

       Yakın gelecekte, Covid-19 sürecinde yaşananların, sağlık çalışanlarına ve sağlık sektörüne olan ‘saygı’ bakımından toplumumuzda yaşanan çarpıcı örnekleriyle önemli bir inceleme alanı olmasını beklemek, akademik açıdan da sürpriz olmayacaktır.

Covid-19’da Sağlık Çalışanı olmak: Yaşatabilmek ve Yaşayabilmek İkilemi

Yücel Ferek

Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi

Sosyoloji Bölümü – Sosyolojide Araştırma ve Uygulamalar Dersi

Proje Ödevi – 02.01.2021

Kaynakça

1.         Saatçı, E, Prof. Dr., Covid-19 Pandemisi ve sağlık çalışanları: Yaşatmak mı yaşamak mı? Derleme, Türk Aile Hekimleri Dergisi, 2020, Cilt 24, Sayı 3, Adana http://www.turkailehekderg.org/wp-content/uploads/2020/10/Tahud-27-Derleme-Covid-Saglik-calisanlari.pdf

2.         Türk Toraks Derneği, Sağlık Çalışanlarında Covid-19’un Meslek Hastalığı olarak kabul edilmesi TTD Basın Bildirisi. 16 Aralık 2020 https://toraks.org.tr/site/news/10130

3.         T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü. COVID-19 (SARS-CoV-2 Enfeksiyonu) Genel Bilgiler, Epidemiyoloji ve Tanı. 29 Haziran 2020 Ankara.

4.         T.C. Sağlık Bakanlığı Resmî Sitesi https://covid19.saglik.gov.tr

5.         Türk Tabipler Birliği Covid-19 Pandemisi Altıncı ay değerlendirme Raporu, s.304 https://www.ttb.org.tr/kutuphane/covid19-rapor_6.pdf 

6.         https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yilin-doktoru-da-coronaya-yenik-dustu-covid-19dan-yasamini-yitiren-saglik-calisani-sayisi-302ye-cikti-6187284/

7.         Türk Tabipler Birliği Resmî Sitesi, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Covid-19 Açıklaması https://www.ttb.org.tr/userfiles/files/dso-saglik-calisanlarinin-sagligi.pdf

8.         NP İstanbul Beyin Hastanesi Web Yayını.  https://npistanbul.com/koronavirus/saglik-calisanlari-koronavirusten-cok-siddete-ugramaktan-korkuyor

9.         Saatçı, E, Prof. Dr., Covid-19 Pandemisi ve sağlık çalışanları: Yaşatmak mı yaşamak mı? Derleme, Türk Aile Hekimleri Dergisi, 2020, Cilt 24, Sayı 3, Adana http://www.turkailehekderg.org/wp-content/uploads/2020/10/Tahud-27-Derleme-Covid-Saglik-calisanlari.pdf

10.       Saatçı, E, Prof. Dr., Covid-19 Pandemisi ve sağlık çalışanları: Yaşatmak mı yaşamak mı? Derleme, Türk Aile Hekimleri Dergisi, 2020, Cilt 24, Sayı 3, Adana http://www.turkailehekderg.org/wp-content/uploads/2020/10/Tahud-27-Derleme-Covid-Saglik-calisanlari.pdf

%d blogcu bunu beğendi: