Borsa yatırımında öğrendiklerimiz çoğunlukla deneyimle oluyor. Zira hisse senedi, duygularımızı ve korkularımızı da yönetmeyi gerektiren bir yatırım. Strateji tarafında rasyonel bilgiden ve kendi davranış setinizden referans almıyorsanız, sonuçlanan süreç ‘hata’ oluyor. Hisse yatırımında hata ise; eğer bazı temel kurallara uymadan ‘bir tüyo’ ile girdiyseniz; veya bir uzmandan tavsiye almadan tüm portföyünüzü hisseye koyduysanız; finansal açıdan felaketle de sonuçlanabiliyor.
Pandemi nedeniyle mart ayında dip yapan piyasaların ve özellikle hisse senedi piyasasının toparlanıp giderek artan bir ivmeyle yükselmeye başlaması, bir çok insan gibi benim de dikkatimi çekti. Hisse yatırımına başladığım tarihe baktım hesap ekstremden.
Bu serüvene 7 Nisanda 5,16 dan 590 pay HALKB alıp, on gün sonra 5,19’dan satarak başlamışım. Gayet küçük bir adım olduğu açık. Bundan sonrasını çok net anımsıyorum. İki aya yakın bir süre, okumak, izlemek ve araştırmakla geçti. Seçim yapmam gereken şey çok basitti ve yanlış karar verme lüksüm yoktu, kendime uyan seçimi yapmalıydım:
Hisse senedi yatırımını al-sat ilkesine göre mi yapacaktım, yoksa uzun vadeli mi?
Hisse senedi yatırımı ile finansal bağımsızlığımı kazanabilir miyim düşüncesi zihnime düştükten sonra; portföy yönetimini daha sağlıklı yapmak konularına da odaklandım. Kendi sorularımı sordum, kendime uygun yanıtlar aradım:
Benim uzun vadem neydi?
Birikimlerini o tarihe dek neredeyse sadece TL vadeli mevduatta tutan bir muhafazakarlıktan agresif bir yatırımcı çıkabilir miydi?
Böyle bir anlayış değişikliğini kaldırabilecek miydim?
En önemlisi sürdürebilecek miydim?
Bu değişikliğe 46 yaşında karar verdiğim düşünülürse, planlama yapmam gereken süre, hedeflerime ulaşmamı sağlayabilecek miydi?
Orta yaş seviyesinde bir küçük yatırımcı olarak kendimi nasıl korumalıydım?
Küçücük bir kazançla ‘merhaba’ dediğim hisse senedi dünyasına geri dönüş 08 Haziranda oldu. Ve aşağıdaki hisseleri aldım. Bu tarihteki başlangıç yatırımım yaklaşık 49.000 TL idi. Ay sonuna kadar parça parça alımlar yaparak, toplamda 59.774 TL maliyetle bir hisse portföyü oluşturdum.
8 haziranda oluşturduğum portföyü sadece 32 gün sonra nakde dönmek, sadece tek bir duygu ile açıklanabilir: panik!
Farkettiyseniz yazıma şu girişle başladım:
‘Borsa yatırımında öğrendiklerimiz çoğunlukla deneyimle oluyor.’
Uzun vadeli yatırımın kritik noktalarını öğrenmek adına çok öğretici bir deneyim oldu bu panik satışlar. Kazanç yüzdem %7 seviyelerine çıkmışken, borsaya gelen genel bir satış dalgasıyla kalp atışlarım hızlandı ve kendimi o çok bildik yanılgıya kaptırdım. Aslına bakılırsa 32 gün sonunda elde edilen %3,3 net bir getiri vardı ortada.
O dönemin TL faiz oranının %7,50 seviyesinde olduğunu paylaşırsam tablo aslında daha belirgin olacak. TL vadeli mevduat faizinin 6 katından fazla gelir elde etmiştim.
Ancak borsada uzun vade yatırımcı olmanın ne demek olduğunu, panikle elimden çıkardığım hisseleri daha yüksek fiyattan tekrar portföye alırken daha iyi anladım.
Borsa günlüklerime çok küçük bir başlangıç yapmak istedim, fikir verebilsin diye.
Bir çoğumuz için geçerlidir sanırım, Günlük hayat koşturmasında bazen neyi neden tükettiğimizi bilemiyor, sonrasında neden aldığımızı bile hatırlamadığımız bir sürü objeye, alt alta topladığımızda önemli paralar ödediğimizi fark ediyoruz.
Cep telefonunu geçtim, çoğumuzun cep telefonu kılıf sayısı bile birden fazla. İkincisini, üçüncüsünü veya sekizincisini almak için türlü türlü sebep var. Modeli eskiyince güzel kılıf bulamam diye almış olabiliriz, bir reklamdan çok etkilenip almış olabiliriz, telefon daha da yeni görünsün diye isteyip aldık; düşününce eminim bir çok sebep bulabilirsiniz. Özeti cep telefonu kılıfı bile, çok azımızda sadece ‘bir defa’ karşılanan bir ihtiyaçtır.
Hayatın çok hızlı aktığı günlük yaşamda, hepimizi tüketime iten ‘sayısız uyarıcı ile’ birlikte yaşıyoruz. Bir gün üşenmedim saydım. Evimin yakınındaki metro durağından son durağa gidene kadar on durak boyunca, metrodaki TV benzeri panoda otuza yakın reklam izlediğimi not ettim zihnime.
Metrodan çıkarken yürüyen merdivenlerde, yer üstüne çıkar çıkmaz caddelerde, panolarda, otomobillerde, halk otobüslerindeki reklamları düşünürseniz, maruz kaldığımız ‘tüketim odaklı’ uyarıcı sıradan bir günde yüzlü sayıları zorlanmadan geçiyor.
Cep telefonunuzdaki uygulamaların ‘bildirimleri’ de açıksa, hem işitsel hem de görsel uyarıcılarla tetiklenmeye çalışılan yeni tüketimlere, sürekli olarak açık olduğumuzu fark edersiniz. Beyin fonksiyonlarımızın sürekli bu tarz uyarıcıların etkisine girmesi ve içlerinden ‘işimize yarayanları’ bilinç altımıza not etmesi, not alınan objenin ‘tüketilmesi’ için en güçlü çeldiriciyi zaten bize atmış oluyor. Kim bilir belki de aslında farkında olmadan değil; not ettiklerimiz yüzünden ‘gereksiz’ harcıyoruz.
Tüketim: Para ödenen yorgunluk
Tasarrufa büyük motivasyonla odaklandığım son üç yılda; restoranında yemek yemeyi çok sevdiğimiz o çok ünlü mobilya mağazasından aldığım şeylerin yarısından fazlasının ‘aslında ne kadar gereksiz’ olduğunu fark ettim. Mutfak gereçleri, dekoratif objeler, çerçeveler gibi. İçten bir empati ile gülümsediğinizi görür gibiyim. Galiba herhangi bir şeyi ‘ihtiyaç’ duyduğum için değil ‘istediğim’ için almıştım o mağazada.
Yıllık üyelik yapıp para ödediğimiz spor salonuna toplasak iki ay ancak gitmek, kilo verelim diye aldığımız koşu bandını balkonda tozlanmaya bırakmak çok klişe hikayeler gibi gözükse de, gerçeklik payının da çok güçlü olduğunu unutmamak lazım. Bir tanesi kırılıp takım bozuldu diye ‘başka bir takım’ ile yerini doldurduğumuz yeni su bardakları, bir bakıyoruz mutfak dolabında altı değil, on bir tane oluveriyor, yaşam alanımızdan çalıyor.
Tüm bu tüketimler birikip yaşam alanımızı kısıtlamaya, evimizin içinde bizi ‘karmaşaya’ götürmeye başladığında, bu kez de para verip aldığımız o ‘kötü yatırımı’ günlük hayatımızda taşımak zorunda kalıyoruz.
Yaşam alanı bizi sıkıştırıp, baskılamaya başlayıncaya kadar, bu kararın isabetsizliği ile zihnen hesaplaşıyor, pişman oluyor ve bunun yarattığı huzursuzluğu yükleniyor, gereksiz para harcamış olmanın gerilimini hissediyoruz.
Gereksiz tüketimle oluşan tatmin alışverişten kısa bir süre sonra yitip gidiyor, finansal açıdan tasarruflarımızı, mekansal açıdan ise yaşam alanımızı daraltıp ona ket vuruyor.
Sadelikteki fırsat
Pandemi bizi eve kapadığında, sadelikle ilgili okumalar ilgimi çekti. Kendime uyguladığımda aslında ‘çok rahatlatıcı’ bir yanı olduğunu keşfettim. Artık kullanmadığım sosyal medya üyeliklerimden gereksiz e-posta hesaplarıma, reklam amaçlı binlerce mailden, üniversite yıllarında aldığım kitaplara, çekmecelerdeki işe yaramaz şeylerden, hiç giymediğim kıyafetlere kadar. Hepsini elden geçirdim, ayrıştırdım, paketledim.
Kitaplar, kıyafetler, objeler, işlevini kaybetmiş eşyalar. Doğru insanlara ulaştırmak için seçici davranarak, orta vadede azar azar yaşamımdan çıkardım hepsini. Bakım isteyen elektronik eşyaları ve benzeri şeyleri de, yapılabilecekse tamir ve iyileştirme yoluna gittim.
Bu yazıyı yazdığım diz üstü bilgisayar dokuz yıllık örneğin. Hızlandırıcı programlar, gereksiz dataların silinmesi derken, bir hayli iyileşti. Evet yeni bir dizüstü gibi sekiz saniyede açılmıyor ama olsun. Yetmiş saniyede açılabilen dizüstü bilgisayarımla da mutluyum, işimi görüyor.
Sadelik bir tasarruf yolu mu?
Sadeleşmeyle gelen zihin rahatlığı çok konforlu bir şey. Alınması gereken herhangi bir şeyin ‘ihtiyaç’ olup olmadığını daha onu tüketmeden sorgulamak ailece uyguladığımız bir davranış olunca, bu olumlu değişim, tüketimimizin azalmasına tasarruflarımızın artmasına yol açtı. Hayatımızdaki işlevsellik arttı.
Gereksiz kalabalıktan kurtulan çekmeceler, dolaplar, odalar artık daha rahat hareket edilebilir, daha kolay organize edilebilir, daha kullanılabilir durumda.
Bizi baskılamıyor.
Finansal açıdan herhangi bir hedefe ulaşabilmek için, bu planın içinde sizin dışınızda insanlar da varsa; ‘topluca benimsemek’ ön koşul. Sadeliği yaşamınızda etkin kılmayı da, borçları azaltıp tasarrufu ana plan yapmayı da, eğer ailenizle yaşıyorsanız, tek başınıza yapamıyorsunuz. Herkesin benimsemesi lazım.
Son üç yıla yayılan tasarruf hikayemi ve borçlarla olan savaşımı daha önce yazmıştım. Vakit bulursanız, öneririm.
Sadelik hayatımıza yavaş yavaş girdi, zaman geçtikçe içtenlikle benimsendi ve tasarruf alışkanlığımızı etkin ve verimli hale getirdi. Finansal açıdan baktığımda bizi borçlarımızdan kurtardı, hayat tarzı olarak bize işlevsellik kattı.
Sade yaşam felsefesine ‘minimalizm’ deniyor ve çok benimsediğim bir ilkesi var. Minimalizm daha azına sahip olmak değil, gerçekten önemli şeyler için hayatınızda yer açmak…
Tıpkı tasarrufun, hayatımızdaki en önemli hayallere yer açması gibi.
Belki bu pazar günü de, sizin için sade bir başlangıcın ilk günü olabilir.
Ne kadar güçlü ve öz güvenli olursak olalım; önemli kararlar öncesinde insan bazen kendisini cesaretlendirecek, sözleriyle olmasa bile gözleriyle, vücut diliyle bunu gösteren bir ‘başkasına’ ihtiyaç duyuyor.
En karmaşık duygu yumağından çıkabilmek için de, en rasyonel karar ortadayken bile, o kararı benimseyebilmek için de lazım oluyor bu.
Olumlanmayı seviyoruz. Verdiğimiz kararların kritiğini sevdiğimiz insanlarla yaparken, içten içe bu duyguyu arar hale geliyoruz.
İçinde yaşadığımız yalnızlıklar yüzyılında ‘anlamak ve anlaşılmak’ telefon klavyelerindeki emojilerle ifade edilecek bir düzeye indirgenmiş gibi sanki…
Hayatın koşuşturması bizi hem kendimize, hem de sevdiklerimize ‘gerçekten’ bakmaktan alıkoyuyor.
Giderek bireyselleşen hayat görüşleri ve bu bireyselleşmeyi takip eden tüketim alışkanlıkları, iyi yönetilmezse, zaman geçtikçe süreci bir sorunlar yumağına dönüştürüyor. Hem madden, hem manen..
Tüketimin ‘çözüm’ olmadığını, parasal dengelerimizi perişan ederek büyük bir motivasyonla alıp tükettiğimiz şeylerin getirdiği tatminin ‘bir hayli geçici’ olduğunu anladığımızda fark ediyoruz. Sarmal burada başlıyor; yanlışa devam ediyoruz. Kaybolan tatmini hızla bir başka tüketimle yerine koymaya çalışıyoruz.
Sabrın, liyakatin ve stratejinin hayata yansıması olan ‘tasarruf’ olgusu da, bu sarmaldan yıllardır zarar görüyor.
Çevremizde pek çok insan var…
Hele kalabalık bir sosyal ortamda yaşayan bir insansanız, hayatınızdan ‘daha sonra’ tekrar karşılaşmayacağınız bir çok insan geçip gidiyor, bu insanlar bize bazen sözleriyle, bazen gözleriyle, bazen de vücut dilleriyle sayısız mesajlar verip, sonra da yitip gidiyor.
Sizi bilemiyorum ama, bu mesajların ‘olumsuz’ olmasından ve enerjimi almasından çok yoruldum.
Eğer şanslıysanız gerçek hayatta bir nebze de olsa tahammül edebildiğiniz, kontrol edebildiğiniz kabalık ve nobranlık; bu kez sosyal medyada ‘dijital zorbalık ve kabalık’ olarak rahatça gelip sizi bulabiliyor.
İnsanlar kendilerinden yaşça büyük insanlara ‘ukala biçimde’ ismiyle hitap edebiliyor, karşısındaki insandan ‘öğrenebilecek ve kendini geliştirmek için ilham verebilecek‘ bir şeyler almak yerine, saygısızca konuşabiliyor, yazabiliyor. Bu her yerde böyle. Herkes öfkeli, herkes hoşgörüden uzak…
Bu, çok yorucu…
Bu yorgunluktan çok sıkıldığımı hissediyorum bazen. Günlük hayattaki kabalıktan, ruh halimize çöken nefret halinden, anlamsız itiş kakıştan.
Hayat birbirimize saygı gösterdiğimiz, farklılıklarımızla zenginleşebildiğimiz noktada güzelleşebiliyor; bu duygudan uzak kalmaktan çok yoruluyorum yıllardır.
Bundan kurtulmak lazım.
Kurtulabilmek…
Hayatı güzel kılan şeylere odaklanabilmek. Bir insanı gerçekten ‘sevebilmek’ mesela. Belki de bir insana ‘yardım edebilmek’ onu incitmeden, ona fark ettirmeden. Her yaştan insana saygı duyabilmek.
Bir şeyleri tüketmek yerine üretebilmek. Çok karmaşık olmak zorunda değil, limon çekirdeğini toprağa gömüp sulamak, filizlenmesini izlemek mesela çocuklarla.
Okuduğun kitabı bir başka insanla tartışabilmek, bir kahve içerken…
Topluluk önünde konuşabilmek, düşüncelerini ifade edebilmek, kendinle barışabilmek….
Tasarruf elbette hayat döngümüzün ısrarcı olunması gereken bir tarafı. Her süreçte her ilişkide olduğu gibi, tasarruf sürecinde de olumsuz, negatif insanlardan; düşüncelerden uzak durmak lazım.
Ama fildişi kulelerimizde yaşamıyoruz ki, olumsuz, enerjimizi alan tüm insanlarla da paylaşmak zorundayız bu hayatı.
Bize asıl değer verenlere yakın olmalı, ihtiyaç duyduğumuz ‘bir başkaları’ var ya hani, onlara daha çok odaklanılmalı…
Hayatı ıskalamamalı!
Bazen hayatta, hisse senedinden elde ettiğin beklenmedik bir kazançla, sevdiğin insanla bir akşam yemeği yiyebilmek de, hayal ettiğin şehri gezebilmek de, çocuğuna çok istediği bilgisayarı alabilmek de olmalı.
Deprem öyle bir travma ki, yarattığı etki çok sert oluyor; hepimize acı tüten hikayeler bırakıyor. İzmir depremi de bunlardan biriydi ve daha çok taze. Yaşadığımız çağda acı olan, bunun hepimizin başına gelebilecek bir olay olması. Deprem kuşağında yaşayan bir ülkenin insanları olarak maalesef, 21.yüzyılın içinde, sağlıklı barınma hakkını ‘standart’ bir kazanım yapamadık. Bilimsel gerçeklerden uzak, rant içerikli yapılaşma devam etti. Travma, ülkemizi bu kez bir metropolde yakaladı.
Hayata dair kararları bilime dayanıp akılcı biçimde vermez ya da bu kararları vermeyenleri etkin biçimde denetlemez isek, tekrarını yaşamaktan ürktüğümüz bir kabus olarak kalacak ‘deprem’ hayatımızda.
Böyle acılar, bizi ‘zamanında yapamadığımız’ şeylerle çok çarpıcı biçimde yüz yüze getiriyor. Zamanında okunmamış bir kitap, gidilmemiş bir tiyatro oyunu, okunmamış bir üniversite, düşünülmemiş bir birikim ve yapılmamış bir tasarruf yüzünden ‘insani standartlara ulaşamamış’ bir hayat kalitesi gibi. Deprem sonucu yerle bir olacak bir yapının içinde yaşamaya mecbur kalmak gibi, ulaşabildiğimiz parasal gücün ancak ‘o yapılarda yaşamayı elde edebilecek’ kadar olması gibi.
İzmir depreminde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Zamanında vermediğimiz veya veremediğimiz kararların en olumsuz etkilerini, üretkenliğimizin azalıp sonlandığı, enerjimizin kısıtlandığı dönemde yaşıyoruz ne yazık ki: yaşlılık. Bugünkü yazıyı, aslında yaşamın en keyifli ve rafine olması gereken dönemini, kırılgan ve savunmasız yaşamamak için zihnimizde bir pencere açabilmek adına kaleme almak istedim.
Tasarrufa dair motivasyon kişiden kişiye değişebiliyor. Fakat ne kadar farklı olursak olalım, sürecin bir yerinde ‘yaşlılıkta finansal bağımsızlık’ mutlaka oluyor.
Pandemi nedeniyle çok yıpratıcı bir 2020 yaşadık, halen de yaşıyoruz. Anımsayacaksınız, covid-19 belirsizliği korkuya dönüşmeye başladığında; alınan önlemlerin etkinliği kadar; odaklandığı yaş grubu da tartışma konusuydu.
Yaşadığımız zor süreç dikkatlerimizi özellikle 65 üstü yaş grubuna çevirmemize, onları yeniden tanımlamamıza neden oldu. Sokağa çıkma yasakları, seyahat kısıtları gibi önlemler sonrasında hepimiz dikkatimizi yaşlılarımıza çevirdik.
Yaşlılık nedir?
Dünya Sağlık Örgütü, ‘yaşlı’ olarak 65 yaş ve üstü bireyleri tanımlıyor. TÜİK, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi ülkemiz kurumları da öyle. 65 yaş tanımın başlangıç noktası.
Türkiye 2019 yılı yaşlı nüfusu 7,5 milyonun üzerinde. Bu sayı ülkemiz nüfusunun %9’undan fazla. Bu oran 2014’te %8 seviyesindeymiş ve 2019 sonuçlarına göre yaşlı nüfus oranı bir önceki döneme göre %21.9 artmış.
Yaşlı nüfusun toplam içindeki oranının %10’u geçmesi nüfus yaşlanmasının bir göstergesi. Son yıllarda ülkemizde yaşlı nüfus, diğer yaş gruplarına göre daha hızlı artış göstermiş ve nüfus yaşlanmasının kriteri olarak kabul edilen %10 için sadece bir adım kalmış.
Nüfus yapımızdaki değişim
Demografide ( nüfusu inceleyen bilim dalı ) ortanca yaş diye bir kavram var. Bu kavram, yeni doğan bebekten en yaşlısına kadar nüfusu oluşturan tüm kişilerin yaşları küçükten büyüğe doğru sıralandığında ortada kalan kişinin yaşını ifade ediyor. Nüfusun yaşlanması ile ilgili bilgi veren göstergelerden biri olan ortanca yaş;
2014 yılında 30,7 iken %5.5 artış göstererek,
2019 yılında 32,4 olmuş.
Yapılan nüfus projeksiyonlarına göre ortanca yaşın;
2023 yılında 33,5
2030 yılında 35,6
2040 yılında 38,5
2060 yılında 42,3 olacağı öngörülüyor.
Kaynak: TÜİK
Küresel yaşlanma süreci
Bu durum sadece ülkemiz için geçerli değil. Küresel yaşlanma süreci olarak ifade edilen bu dönemde, doğurganlığın ve ölüm hızlarının azalmasının yanı sıra, sağlık alanında kaydedilen gelişmeler, refah düzeyindeki genel artış gibi yapısal gelişmeler, yaşam sürelerinin uzamasına yol açtı ve ülkelerin nüfus yapılarında önemli değişiklikler yarattı. Son yıllarda çocuk ve gençlerin nüfus içindeki oranı azalırken yaşlıların oranı artış gösterme trendinde…
Uzayan yaşam süreleri
Demografinin çalışma alanlarından biri de yaşam süreleri. TÜİK tarafından hazırlanan ‘Hayat Tabloları 2016-2018’ sonucuna göre, ülkemizdeki bir bireyin 65 yaşına ulaştıktan sonra kalan ömür süresi erkeklerde 16,2 yıl, kadınlarda ise 19,4 yıl olarak hesaplanmış. Ortalama yaklaşık 18 yıl ve 83 yaşa denk geliyor.
Yaşlılıkta gelirlerimiz azalıyor.
Yaşlılıkta gelir azlığı
Yaşlılıktaki en büyük sorunlardan biri gelir azlığı. KONDA Araştırma ve Danışmanlık adına sosyolog Gülçin Con Wright tarafından hazırlanan Konda Yaşlılık Raporu adlı araştırma sonuçları; 2018 yılında Türkiye’deki yaşlıların aylık gelir miktarının, ülke genel ortalamasından daha az olduğunu ortaya koyuyor. Yaşlılar arasında kıt kanaat geçinenlerin oranı ülke genelinden yüksek, kenara para koyanların oranı ise, ülke genelinden daha düşük…
Yaşlılık & tasarruf ilişkisi
65+ yaş grubundaki en yaygın gelir kaynağı emekli maaşı.
Pasif gelir azlığı dikkat çekiyor. Kaynak: KONDA
Ülkemizdeki ücretli çalışan kesimin yüzde kırkından fazlasının asgari ücret aldığını düşünürseniz, asgari ücret alarak emekli olmuş bir yaşlının yaşayabileceği maddi sorunlar ile ilgili isabetli bir yorum yapmak, daha olası görünüyor.
Araştırmaya göre 65+ yaş grubunda ‘pasif gelir’ yani kira, faiz , temettü , borsa geliri sahibi olan yaşlı grubu sadece %3!
*pasif gelir: sıfır veya çok az uğraş ile düzenli gelir getiren tasarruflar
Yaşlılarımızın psikolojisi
Araştırmaya göre ülke genelinin %42’si 2000 TL ve altı gelire sahipken, bu oran yaşlılar için %65’ e çıkıyor ve yaşlılar kendilerini ortanın altı ve yoksul olarak algılıyor. Yaşlılarımızın sadece %15’inin ihtiyaç fazlası tasarrufu var. Tasarruf açığındaki oran ise ürkütücü: %85.
2.000 TL altı gelir sahibi yaşlıların oranı Kaynak: KONDA
Yaşlılarımız kendisini nasıl tanımlıyor? Kaynak: KONDA
Geçinebildiniz mi? Kaynak : KONDA
Yaşlılarda en baskın korku, parasız kalıp muhtaç olmak… Kaynak: KONDA
Tasarruf planınız değişen yaşam sürelerini hesaba katıyor mu?
Tasarrufun kilit noktalarından biri tasarrufun süresi. Yaşam sürelerinin uzadığını düşündüğümüzde, hatta en önemlisi bile olabilir. Bir çoğumuzun planında yaşlılık dönemine ilişkin ‘süre planlaması’ ilk sıralarda yer almıyor, muhtemelen dikkatimizden kaçıyor.
Bu yazıda yaşlılık sürecinin doğru algılanması ve tasarruf planının buna göre tasarlanmasının önemini özellikle belirtmek istedim. Aşağıdaki tabloda, diğer tablolardan farklı olarak, 65+ yaşa değil, Türkiye geneline dikkatinizi çekmek isterim.
Araştırmaya göre ülkemiz genelinde para biriktirme veya yatırım yapma sadece %10 düzeyinde kalıyor. Tasarruf azlığı, ülkemizdeki en önemli yapısal sorunlardan biri.
Tasarrufa başlama noktasındaki umutsuz halimizin duygusal arka planında, ‘tasarruf için çok geç kalmış olma’ düşüncesi yatıyor çoğu zaman. TÜİK raporundaki 65 yaş sonrası ortalama yaşam süresi 18 yıl, çok ciddi bir süre. 60 yaşında emekli olmuş bir birey için gelire ihtiyaç duyacağı 23 yıl demek bu!
Bitirirken
Ülkemizin deprem gerçeği kadar; demografik gerçeklerini de barındıran bir tasarruf planına sahip olmamız büyük önem taşıyor. Üstelik pasif gelir statüsündeki hisse senedi geliri, temettü geliri, bireysel emeklilik gelirleri, kira, faiz gibi her türlü gelir; bize yaşlılık dönemindeki finansal sıkıntılar için koruyucu bir kalkan olabilir. Düzenli gelir sağlayabilir. Yaşam standardımızı yukarı iterek daha ‘güvenli’ konutlarda yaşama imkanı verebilir!
Üstelik muhtemel bir gelecekte, yaşam süresi tahminlerinde yukarı yönlü bir değişim olmasa bile, on yıllarla ifade edilebilecek tasarruf süreleri planlamak mümkün. Düşünün, ya bütün hesaplarımız daha baştan yanlışsa?
Bilinçli bir tasarruf sürecine gireli sanırım iki buçuk yıl kadar oldu. Önceliği tüketimi azaltmak ve kısa vadede bitirebilir borçları bitirmeye verdim. Ardından oldukça muhafazakar da olsa, tasarrufa kafa yormaya, okumaya ve incelemeye başladım.
Elbette hikayemiz çok tanıdık, çocuklar için gelmiş veya bir biçimde çocuklar için alınmış bir miktar fiziki altın ve bir de meslek gereği piyasasını yakın takip edebildiğim mevduat. Yatırım fonu o dönemde, şimdiki kadar bilinen ve öne çıkarılan bir yatırım ürünü değil. En azından benim tasarruf dünyamda öyleydi.
Başlangıç noktasında tasarrufların grafiği aşağıdaki gibiydi. Tamamına yakın mevduat, çok az altın, başlangıç seviyesinde BES. Altın dışında enflasyona yenik düşmeye çok açık, korumacı bir portföy.
Pandemi sürecinde evde geçirilen ekstra zaman; bu konulara daha fazla zaman ayırmamı sağladı herkes gibi. TEFAS sayfasını da o zaman keşfettim.
TEFAS bir fon izleme&inceleme platformu. Açık adı Türkiye Elektronik Fon Alım Satım Platformu. Aslında ortak bir veri tabanı. Ülkemizdeki yatırım fonlarının tüm bilgilerine ulaşabileceğiniz, fon ihraççılarının da fonla ilgili tüm bilgi&değişme ve stratejiyi paylaşabildiği bir altyapı.
TEFAS’ın sağladığı bu ortak alt yapı sayesinde bizler, platforma dahil tüm fonları bir banka ya da aracı kurum hesabından kolaylıkla alabiliyor, sitenin kendisinden de, bilgi paylaşımlarını takip edebiliyoruz. Tasarruflarımızın analizi için zaman harcanması gereken yer de net biçimde burası zaten.
Blogdaki ilk yazılarımdan birinde, yatırım fonu hacimlerindeki gözle görülür artışı ‘ilgi patlaması’ olarak ifade etmiştim ve gerçekten haklılık payı var. Çünkü yazıyı yazdığım 29 Ağustos 2020’de 106 milyar TL olan işlem hacmi, o günden bugüne %27 daha artmış ve 135 Milyar TL’ye gelmiş. İlgi net biçimde devam ediyor.
Fona biraz daha odaklanınca, tercihlerimizin neden değişime uğradığını daha iyi anladım. Geleneksel yatırım araçlarından mevduatta, pozitif reel faiz elde edemediğimiz ve döviz riskine sürekli maruz kaldığımız için birikimlerimizi büyütme hızımız arzu ettiğimizden daha düşüktü. Çok basit bir kıyaslama, bu saptamayı daha berrak kılacaktır sanıyorum.
TL mevduat faizinin %12.50 seviyelerinde olduğu şu günlerde, mevduattan elde edilen net getiriye bir bakalım. Yıl sonuna kadar %5 seviyesine çekilen stopaj avantajını da hesaba katarak şöyle bir hesaplama yapabiliriz:
( 12.50% *0,95 ) = %11.875 yıllık faiz / 12 = %0.98 aylık net getiri demektir.
Mevduat faiz getirisi, yatırım fonları getiri yelpazesinin en düşüğü olan para piyasası fonu kadar getiri sağlayabilmiş yaklaşık. Açıklanan en son tüketici enflasyonu ise aylık %0.97 idi.
Yatırım fonuna ilginin altında yatan şey bu. Gayet basit ve sade. Birikimlere enflasyon üzerinde bir getiri sağlayabilme arayışında, yatırım fonu bireysel yatırımcı tarafından artık daha çok inceleniyor, daha çok ilgi görüyor.
TEFAS, bu arayış esnasında, bize çok anlaşılır ve kıyaslanabilir bilgiler sunuyor. Site menüsü; fon getiri analizi, fon getiri karşılaştırması, fonlar hakkında detaylı bilgi, KAP sayfasına geçiş imkanı vererek resmi bildirimlere ulaşım gibi çok pratik ögelerle dolu.
TEFAS aslında bireysel yatırımcıların birikimlerini profesyonel kadrolar tarafından yönetilen yatırım fonları aracılığı ile değerlendirmesine öncülük eden, buna ek olarak da, bireysel yatırımcıların yatırım kararlarını akılcı ilkelere dayandırmasını destekleyen bir fırsat penceresi. Tüm ön koşulları ‘küçük yatırımcıyı korumak’ üzerine kurgulanmış olan şeffaf bir platform.
Tüm fonları inceleyip nelerden oluştuğunu, kimlerin yönettiğini, yatırımcıya tavsiye edilen vadenin ne olduğunu, fonun risk seviyesinin ne olduğunu ve yatırım sürecinde nelerle karşılaşılabileceğini açıklıkla paylaşan, finansal okuryazarlığın gelişimine de katkı sağlayan bir site.
TEFAS içeriğinden bağlandığınız KAP sitesinde yayınlanan iletişim bilgileri yoluyla fonunuzu yöneten ekiple bizzat görüşme şansınız bile var. Portföy şirketlerinin analistleri nezaketle yardımcı oluyor.
Bitirirken
Yatırımlarımı yönetirken, TEFAS ekranını sık sık kullanıyorum. Fon dünyasında neler olup bitiyor takip ediyorum. Fonumun içeriğindeki finansal ürünleri kontrol ediyorum. Ürünlerle ilgili beklentiyi bozan bir piyasa gelişmesi var mıdır, haber akışları ne durumdadır gibi.
Yatırımınız ile olan bağın kopmaması gerekiyor. Aldığınız finansal ürün, uzun vadeli bir bakış açısı ile tercih edilmesi gereken bir ürünse; portföydeki ürün bazlı zaman yönetimini de buna uygun yapmak gerek.
Yatırım fonu portföylerde olması faydalı olacak bir finansal ürün. Risk algınız ve kişisel tercihlerinize uygun bir fon seçerek birikimlerinizi güvenle arttırmak mümkün olabilir. TEFAS’ı mutlaka incelemenizi dilerim.
Bilmenin de farklı yolları var artık günümüzde. Bilgiyi bir çok yolla alabiliyoruz. Sadece okumak değil, günlük hayatın içine işlemiş bir çok eylemimizin içinde, aslında öğrenmeye uygun zaman aralıkları da var bu sayede. İzlenebilecek bir video, dinlenebilecek bir podcast, takip edilen bir youtube kanalı gibi.
Son dönemlerde fark ettiniz mi, nitelikli içerik üretimi yapan insanlar da bireysel ve internetten ulaşılabilen bağımsız kanallara kaydı, youtube gibi, zoom gibi. Özellikle iktisat, tasarruf, ekonomi gibi konularda çok üretken bir akademisyen yelpazemiz, bunun yanında finansal okuryazarlığın gelişmesi için gönülden çabalar sarf eden bir çok değerimiz var.
Bu yazıda bunu ele almak istedim.
Youtube’da içerik üretmeye başlayalı kısa bir zaman oldu. Blog yazılarımın yanına, ‘görsel ve işitsel’ içerikler ekleme konusunda öneriler almıştım. Bir cesaret, ön hazırlıklarımı tamamlayıp buna da başladım.
Umarım daha da gelişerek devam edebilirim, umarım izleyenler beğenir, fayda sağlayabilirler.
Finansal bilinç kazanma ve yatırımlarımı, daha doğrusu hayatımı yönlendirme konusunda sosyal bilimcilerden çok önemli destek aldığımı düşünüyorum. Hele ki, tasarruf ufkumu kökünden değiştiren son üç yıllık periyodu düşündüğümde.
Blogumda en çok etkileşim aldığım yazı ‘Borçlarla Dans’ oldu. Çünkü bu kaos çoğumuz için geçerli.
Finans sektöründe çalışmama rağmen teknik grafikler, ekonomi terimleri bana yabancı gelirdi, çok ilgi duymazdım. Kariyerimin bir bölümünde, ‘Birikim Yönetimi’ işine odaklanarak edindiğim deneyim; zaman geçtikçe ilerledi ve bilinç değişimime ön ayak oldu.
Hiç fark ettiniz mi bilmiyorum. Dışarıdan baktığımızda, bilgi sahibi olunan bir konuda konuşmak kolay gibi görünebiliyor. Zor olan ise ‘bildiğimiz halde’ yalın olabilmek. Her şeyin hızla tükendiği günümüz dünyasında üretilen içerikler de hızla tüketiliyor. Metroda video izleyebiliyor, yürüyüş yaparken podcast dinleyebiliyor, takip ettiğimiz youtube kanalındaki bir videoyu beğenip arşivimize atabiliyoruz.
Bu hızlı tükenen içeriklerin üretimi, ve en önemlisi bu içeriklerde yer alan bilgi ve görüşlerin ‘anlaşılabilirliği’ üreten kişinin ‘donanım’ seviyesi ile doğru orantılı. Sadece ve sadece ‘çok iyi bilen’ basit anlatabiliyor.
FODER’den geçtiğimiz yazımda bahsetmiş ve şöyle bir cümle kullanmıştım: ‘İnternet sitelerinde kaybolmanızı dilerim.’ Bu görüşüm halen geçerli. Siteyi açıp, kimler FODER üyesiymiş diye baktığınızda linkte yer alan değerli isimleri göreceksiniz.
İlk yazıyı ‘okuma’ eylemine ayırmıştım, bu kez dinleyebileceğiniz, izleyebileceğiniz; ürettikleri nitelikli içeriklere ‘bu yollarla’ ulaşabileceğiniz değerlerimizden bahsetmek istiyorum.
Kimleri izliyorum?
Finansal okuryazarlık yolculuğumda destek aldığım, bir bölümüyle bir biçimde iletişim kurma şansı bulduğum ve keyifle takip ettiğim akademisyenler ve yatırım uzmanlarımızı sizlerle paylaşmak istiyorum. Örnekler kişisel tabi, bana dayanıyor. Benim bilmediğim ve henüz bir yolla tanışma fırsatı bulamadığım sayısız değer var, umarım zamanım elverdiğince hepsine temas etme şansım olur.
Tuncay Turşucu – İntegral Forex Araştırma Direktörü
Bizim için çok heyecanlı bir gün 🙌 “Finansal Okuryazalık” adına Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek @verimetrik desteği ile sürekli yenilenen bir kitap yazdık. Artık finansal verileri takip etmek 👀 ve okumak 📖 herkes için daha kolay #ekonomi#finans#piyasapic.twitter.com/qoctun2xo2
Ekonominin hayatla olan bağını görebilmek, benim bir hayli zamanımı aldı, geç fark ettim.
Ancak bende yarattığı dönüşüm gerçekten radikal oldu ve daha üretken olma konusunda beni değiştirdiğini düşünüyorum.
Blog yazısı yazmak, you tube videosu çekmek; sürdürülebilirlik açısından zor, ancak insanı gelişmeye zorlayan eylemler…
Sosyal bilimlere ve ekonomiye olan ilgimin canlı kalıp gelişmesini, yazı içeriğinde paylaştığım değerli insanlara borçluyum. Bu sayede tasarrufa olan bakışım değişti, aile olarak birikim hedefi koymak gibi somut bir motivasyonumuz oldu, hep birlikte gelişiyoruz, hep birlikte paylaşıyoruz.
Bu yazımı da, bu güzel süreci sizlerle de paylaşma duygusu olarak düşünmenizi dilerim.
Yatırım kararını vermeden önce yapılacak sağlıklı şeylerden biri de, işin uzmanlarına kulak vermektir. Bireysel emeklilik, hisse senedi, borsa yatırım fonu, altın, döviz, türev ürünler, eurobond veya yatırım fonu…
Hiç farketmiyor.
Neye niyet ederseniz edin; araştırma sürecinizin daha hemen başında; yetkin karakterlerin ürün bazındaki teknik farklılıklar dışında; işin felsefesi, mantığı ve duygu yönetimi noktasında hep birbirine yakın şeyler söylediğini hemen fark edersiniz.
Finansal okuryazarlık yetisini tüm topluma yayabilmek için gönüllü çalışan, üretim yapan, harika insanlardır bu kişiler. Ortak özellikleri bu olmalı, zira benim tüm rastladıklarım öyleydi. Ülkemizde hak ettikleri değeri de görmediklerini düşünenlerdenim.
Yeni mezun ekonomistten doktor, doçent ve profesör unvanı alabilmiş tüm akademisyenlere, aracı kurumlarda çalışan profesyonellere, bu kurumların araştırma bölümlerindeki analistlere, iş hayatları ülkemizde veya yurt dışında sermaye piyasalarında çalışmakla geçmiş; ülkeleri ve insanları gözleme şansı bulmuş tüm finansçılara, bankacılara, portföy yöneticilerine, finansal sistemde büyük krizleri görmüş, yaşamış, değerli deneyimlere sahip insanlara, her seviyedeki yöneticilere uzanan bir geniş bir yelpaze bu…
Aslında hepsi benzer söylüyor. Hepsinin temelinde benzer argümanlar var. En azından ben böyle düşünüyorum.
Okuyun / Araştırın / İzleyin / Dinleyin.
Kendi aklınıza yatırım yapın, kendi aklınızla yatırım yapın.
Beklentilerinizi ve risk algınızı iyi tartın.
Aç gözlü olmayın.
Akılcı bir plan uygulayın, riski yayın.
Gelişimi izleyin ve bilinçle yönlendirin.
Sabredin.
Benim sıralamam örneğin bu. Biraz bireysel yatırım anlayışım da denebilir. Konu başlıklarıyla ilgili, ulaşılabilir o kadar çok seçenek var ki, bu yazıda sadece okuma kısmına odaklanacağım. Bu sebeple şu an okuduğunuzu, zincir bir yazı dizisinin ilk halkası kabul etmenizi dilerim.
Okuyun
Finansal planlamanın en önemli kısmı okumaktan geçiyor. Yatırım yapmak istediğiniz finansal ürünle ilgili tanımlamaları, içinde bulunduğu risk evrenini bilmeniz ve kendi duygu yelpazenize uygun olup olmadığını anlamanız gerekiyor.
İçimizde, hisse senedi almadan önce Borsa İstanbul‘un resmi sitesini, o sitedeki eğitim dökümanlarını okuyarak işe başlayan kaç yatırımcı var?
Siz istisna olun.
Yıldız Pazardan işlem hacmi büyük hisse senedi almanın uzun vadedeki ‘güvenli’ tarafını, yan tahtalarda sürekli tavan-taban gidip gelen hisselerin küçük yatırımcı için nasıl büyük risk taşıdığını bu sayede anlayabilirsiniz.
SPK‘nın sitesini açıp hiç okudunuz mu? Yatırımcıyı bilgilendirmek için hazırlanmış ürün bazlı harika dökümanları var.
Borsa İstanbul neden son dönemlerde sürekli ‘uzun vadeli’ yatırımcılığı öneriyor, SPK neden insanları kandırarak kendi cebini dolduranları cezalandırıyor, yatırım fonlarını hazırlayan portföy şirketleri yatırımcı bilgi formlarında fonlar için neden önerilen vade gibi bir kavramın altını çiziyor, bu sayede anlayabilirsiniz.
Yatırım fonuna olan ilgi patlamasında -ki bu ilgiyi çoktan hak etmişti- TEFAS‘ın nasıl bir payı var? Sermaye piyasalarına giren küçük yatırımcıların korunması ve birikimlerin sermaye piyasalarına girerek ekonomimize katkı yapması neden çok önemli?
Bu soruların yanıtlarını ben nerede arıyorum; izninizle bundan bahsetmek istiyor, kendimce bazı örnekler vermeyi düşünüyorum.
Değerlendirmek size ait, aslolan sizin yorumlarınız.
Yatırım yapmadan önce mutlaka okuduğumresmi otoriteler var. Herhangi bir yatırım ürününe ilgi duyduğumda, önce o ürünle ilgili resmi otorite kim, kuralları kim koymuş, mutlaka öğrenmek isterim. İnternet üzerinden ulaşabileceğimiz kaynaklardan bazılarını hemen aşağıda sıraladım. Yeterli bir temel bilgi seviyesine ulaşana kadar okumakta, güncel kalmak için arada bir tekrarlamakta fayda var.
Bu okumaların yanına, yazımın girişinde tanımladığım yetkin insanlar ve onların yaptığı üretimler, finansal okuryazarlığı toplumuza yayma amaçlı özel oluşumlar,dernekler ve organizasyonları eklerim. İyi Gelir Platformundan daha önceki yazılarımda bahsetmiştim.
Finansal bilinç oluşturulmasına destek olma misyonu ile, girişte tanımını yaptığım yetkinlikte, çok donanımlı insanlardan oluşan bir platform. Hedefini, devlet, özel sektör ve diğer sivil toplum kuruluşları ile işbirliği yaparak, bireylerde finansal okuryazarlık farkındalığı oluşturmak ve bunu geliştirmek için; bilinçlendirici destek çalışmaları yapmak olarak özetlemiş. Resmi sitesinden ulaşabilirsiniz.
Hatta sitedeki kitap tavsiyelerini özellikle öneriyorum. Ücretsiz dijital yayınları okurken çok kaliteli zaman geçirebilir; yatırım ufkunuzu geliştirebilir, tasarruf yolculuğunuzu macera ve riskten uzak; güvenli bir hale dönüştürmek için yardım alabilirsiniz. İnternet sitelerinde kaybolacak kadar uzun zaman geçirmenizi dilerim.
İlk yazıyı bitirirken
Toplum olarak en zayıf yönümüz bilgiye saygı duymamak…
Bilene saygı duymuyor, ‘bilme’ halinin emekle elde edilen bir kazanım olduğunu fark edemiyoruz. Hatta daha kötüsü, bu emeği de küçümsüyoruz. Bilmek emek istiyor, biz çoğunlukla inanmayı seçiyoruz. Yatırım evreninde emek harcamadan birilerine ‘inanmak’ çok pahalıya patlar. Bilgi sahibi olmadan ‘birilerine’ inanmak zorunda hissediyor ve bedelini de yıkıcı biçimde ödüyoruz.
Finansal okuryazarlık çalışmalarının, bu nedenle çok değerli bir çaba olduğunu düşünüyorum. Zira toplumun her katmanındaki insanı hedefliyor ve toplumun bütününü geliştirmek için yapılıyor.
Finansal okuryazarlıkta ilerleme kaydetmek, kısa-orta vadede bireysel tasarruf alışkanlığının bir yaşam felsefesi haline gelmesini sağlayabilir. Bu toplumsal gelişim ve sermaye piyasalarında bilinçle değerlendirilen ve büyüyen tasarruflar, ülke kalkınmasında güçlü etkiler yaratabilir, ülkemizdeki gelişimin kendi dinamiklerinden güç alması gibi harika bir sonucu doğurabilir, sosyal bütünlüğümüze çok önemli katkılar yapabilir.
Bireysel olarak da biz, yatırımlarımızda, önce ‘bilmeyi’ seçmeliyiz. İnancım bu.
Bu seçim bizi, rasyonel sonuçlara götürecek, hem bireysel olarak hem de aile olarak gelişmemizi sağlayacak bir hikayenin önemli bir oyuncusu yapabilir. Herhangi bir yatırım ürününü bir kaç ay sonra almanın kısa vadede kayıp yaratacak dezavantajları olabilir belki bilemiyorum, ancak kaybedilmiş olarak görünen bir kaç aylık sürede bir nebze olsa kazanılma çabası gösterilen finansal okuryazarlık bilinci; ‘yapamam’ diye düşündüğümüz bir çok ‘imkansızın’ kapısını; biz farkında bile olmadan kolayca açabilir.
Dizinin ikinci yazısında, araştırın-dinleyin-izleyin noktasındaki düşüncelerimi paylaşacağım. O zamana kadar, yatırımlarınızda ‘kendi aklınızı’ en öne almayı ve ‘bilmek için emek harcamayı’ unutmayın.
Pandemiyle birlikte ‘mevduata alternatif’ yatırım ürünü arayışında bizim gibi küçük tasarruf sahipleri artık hisse senedi, değerli metal ve dövizin yanında yatırım fonuna da ilgi gösteriyorlar. Sıkça söylenir oldu, duymuşsunuzdur, bu deneyimi daha önce yaşamamış olan yatırımcı sayısı 600 binleri buldu.
Reel ( enflasyondan arındırılmış gerçek getiri ) getiri arayışında hepimiz farklı seçeneklere yönelebiliyoruz. Ürün seçiminde de, sahip olduğumuz bilgi ölçüsünde hareket ediyoruz. Sıklıkla tekrarlanan yanlış, yatırımcıların ‘sürü psikolojisi’ denen bir ruh haliyle hareket etme halidir.
Yatırım işinde, herkesin gittiği yoldan gitmek, ‘vardır bir bildikleri’ demek, emek verip kendi aklımızı kullanmak yerine, ‘başkasının aklıyla hareket etme kolaycılığı’ bizi güçlükle tasarruf edip yarattığımız ‘artı değeri’ kaybettirecek sonuçlarla karşı karşıya bırakabilir.
Finansal okuryazarlık gönüllüsü bir çok insanın çıkış noktasında da, yatırımcılarımızı ‘kolay yollar’ yerine, emek harcanmış akılcı tercihlere yönlendirmek gibi güçlü bir güdü var.
Yatırım fonu, halktan topladığı paraları, iyi niyet esası ile, fon kuruluşunda kuralları tanımlanmış disiplinlerle yönetmek ve fon stratejisinde açıkça belirtilen kazanç kriterlerini sağlayıp, onu geçmek üzerine kurulu bir portföy yönetim işi aslında.
Küçük yatırımcıların sahip olmayacağı ‘bilgi avantajlarına sahip’ finans profesyonellerinin yönettiği finansal ürünler. Cüzdanınızdaki küçük tutarlarla da ulaşabileceğiniz, sizi yatırım dünyasının her reaksiyonunu yansıtabilecek ‘güvenli’ seçenekler.
Sermaye piyasaları neden önemli?
Sermayenin tabana yayılması, yani daha çok bireysel yatırımcının tasarruflarını sermaye piyasalarında değerlendirmesi ve finansal okuryazarlık konularında gelişerek bu piyasaları ‘yönlendirmesi’ sağlıklı bir ekonomik alt yapının da önemli yapı taşlarından birini oluşturuyor aslında.
Küçük tasarruf sahiplerinin bilinçli tercihleriyle yönlendiği finansal ürünler, o ürünlerin de gelişmesini sağlıyor, sağlıklı bir finansal ürün marketinin oluşmasını sağlamak için ‘hızlandırıcı’ bir etki yapıyor.
Ulaşılabilir, çok sayıda ürünün yatırımcıya sadelikle ulaştığı bir platform olan TEFAS, bu açıdan çok önemli bir yere sahip…
Tefas kullanarak fon nasıl seçilir?
Türkiye Elektronik Fon Alım Satım Platformu-kısa adıyla TEFAS’tan yatırım fonunuzu seçerken kullanabileceğimiz yollar var. En temel yol ise, tanımak istediğimiz evrenin terimlerine aşina olmak… Bu kapsamda TEFAS, sayfasında çok kullanışlı bir ‘Terimler Sözlüğü‘ paylaşmış, bu sözlükteki kavram ve tanımlara göz atarak, öğrenme sürecimize başlayabiliriz.
Ancak sunumu kolay ve akıcı yapabilmek; çok sayıda veriyi, yazıda anlatıp sıkıcı olmamak adına, kendi başınıza da kolaylıkla yapabileceğiniz ve tekrarlarına da ulaşabileceğiniz bir paylaşım metodunun daha verimli olabileceğini düşündüm.
Bu sebeple bugünkü yazım, diğerlerine göre oldukça kısa.
TEFAS site içeriği ve sayfa kullanımındaki pratik yolları, görsel yolla anlatmanın daha kullanışlı olabileceğini düşünüyor ve bu konuda bir video hazırlıyorum. Bir youtube kanalı yoluyla sizlere ulaşacak.
Maaşımdan önceki son pazar günü, genelde bir sonraki ayın bütçesine göz atarım. Bugün de onlardan biri. Üç yıla varan kayıtlar var ay bazında. Birikimler ayrı bir tabloda ve ürün bazında takip ediyorum. Arada, eski dönemlerdeki kayıtlara da bakıyorum.
Başlangıçta mevduat ve BES dışında yatırım seçeneği düşünmemişim. Pandemi etkisiyle eve kapanıp yatırım maceramın biraz derinine girince; mevduat dışında seçenekler olduğunu gördüm ben de, herkes gibi. Toplam birikimin yaklaşık üçte biri ile hisse senedi almaya karar verdim.
Önce çok eskiden açtığım hisse hesabının şifresini aktif ettim. Ardından komisyonu kontrol ettim, aracı kurumun çağrı merkezinden kafamdaki sorulara cevap aldım. Sonrasında hisse seçimi yaparken özellikle şirketin faaliyet raporlarını okumak çok hoşuma gitti; çünkü raporlarda, yatırım işinde aradığım kriter olan ‘vizyon’ kavramını daha kolay saptayabildiğimi düşünüyorum.
Borsa yatırımına girmeden önce, epey düşündüm. Sanırım birkaç ay sürdü zihnen hazırlanmak. Bu süre içinde okudum, araştırdım, videolar izledim bol bol. İyi ki de böyle yapmışım diyorum, gördüğüm faydayı flood olarak paylaşmak istedim.
Kitaplar aldım, telefona uygulamalar indirdim, youtube abonelikleri yaptım, bildirimleri açtım. Tüm bu eylemler birkaç ay sürdü ve portföyü oluşturmadan önce kafamda berraklaşan fikir, benim bir uzun vadeci olduğumdu. Hisseleri Yıldız Pazardan seçtim; ağırlıkla da BİST30. İşlem hacminin küçük, fiyat hareketlerinin sert olması pek bana göre değil.
Orta yaşı geçeli çok oldu, emekliliğe az kaldı, çocuklar büyüyor, sırada lise ve üniversite dönemleri bizi bekliyor. Konut ya da otomobil ihtiyacım yok, var olanlar bana yeterli. Yatırımlarımı, artık net biçimde gelir getiren seçeneklere yapmak istiyorum.
Endeks 109.000’lerde iken portföyü oluşturmaya başladım. Basit tanımlanan bir hedef belirledim. On yıl içinde, ekstra bir emekli maaşına denk gelecek seviyede bir pasif gelir yaratmalıyım. Ben burada temettüyü seçtim.
Kuşak farkı
İki oğlum var ve ikisi de 2000 sonrası doğdu. Dünyada artık bizim gibi olmayan, daha likit, daha aktif ve daha bağımsız olmayı talep eden bir kuşağın etkileri görülüyor. Büyük şirketlerin hedef kitlesinde, bu felsefeyle yaşayan bir kuşağın üyeleri var artık. Bu da beni çocuklarımın geleceklerine destek verirken bu yönde yatırımlar yapmaya yönlendiriyor. Daha likit, daha evrensel ve daha bağımsız seçeneklerle…
Çocuklar artık daha sade ve gelişebilir süreçler istiyorlar gibi geliyorlar bana, kısıtlı ve belirlenmiş seçeneklere mecbur kalmak istemiyorlar… Yaşamlarını sürdürecekleri yüzyılın bizim geride bıraktığımızdan farklı olmasının nedeni de, sadelik, üretkenlik ve özgürlük temalı olması. Onlar kavramlar, statüler ve meslekler arasında geçiş yapabilecek ve birden çok işi aynı anda yapabilecek yetenekte, adaptasyonları yüksek bir nesil olacak. Sanıyorum ‘multitasking’ buna deniyor.
Multitasking – Çoklu iş yapma becerisi
Yatırımda da aynı yolu izlemek akılcı olabilir. Çünkü her gün piyasalara adaptasyonu kolaylaştırmak için geliştirilen bir çok çabaya tanık oluyoruz. Bunlardan faydalanarak biz de, hem büyüme hem de değer üretimi yaratacak bir portföy tasarımı yapabiliriz diye düşünüyorum.
Klasik yatırım mottosu
Eski nesillerin alışkanlığı olan bir ev-bir araba almak-bankaya biraz para koymak; şimdiki neslin ihtiyacını karşılamayabilir.
Bizim kuşağın içine doğduğu kalıplar artık onlara yetmeyecek. Onlar işlerini sadece ülkemizde değil, tüm dünyada yapabilecek bir yeterliliği talep ediyorlar. Buna göre gelişmek istiyorlar. ‘Çantasını alıp gitmek’ bizim kuşak için çalışma hayatının sonunda ‘hayal edilesi’ bir düşünceyken; bu düşünceler yeni kuşağın kolayca başardığı moda deyimle ‘yeni normal’ olacak.
Bizler de onlardan etkilenip, benzer yolların arayışındayız. Cep telefonlarımızdan yabancı ülke endekslerini takip ediyor, yurtdışı piyasalar için hesaplar açıyor, TEFAS dan yatırım fonu araştırıyor, yabancı ülkelerin hisse senetlerine endeksli, değerli madenlere endeksli seçeneklere yöneliyoruz. Hepsi elimizin altında, ulaşılabilir ve likite dönebilir seçenekler.
Yeni neslin ‘multitasking’ yaşam ilkesi, bizim de yatırım ezberlerimizde devrimsel değişikler yaptı belki de…
İyi Gelir Platformunda, küçük yatırımcı için çok değerli içeriklere ulaşabilirsiniz.
Çocukların da, eşimin de hisse hesabı var bizim evde. Çocuklara da yine uzun vadeli bir bakışla portföy oluşturdum. Haftalık portföy takibi görevini onlara bıraktım. Pazar sabahları hisse portföylerine bakıp, durumu kontrol ediyorlar. Büyük oğluma da 4 ay önce ‘Apple’ hissesi örneği vermiş, telefonuna hissenin fiyat alarmını indirmiştim. Hissesi yok ama, bu süre zarfında hisse primi ve bölünme gibi süreçlerin yatırımlarına olan etkisini kendisi de gördü. Telefon mu, hisse mi sorusunu kendisine sormasını istedim, başarılı olmuş muyum, zaman gösterecek.
Ana portföyü oluştururken, sıkça temel analiz yaptım. Yani şirketin finansal tablolarını inceledim, rakamlarına baktım, kendi sektöründeki diğer şirketlerle karşılaştırdım. Odaklandığım şirketler büyük oranda, temettü verimi yüksek, her yıl temettüsünü arttıran, temettü vermeyi şirket politikası olarak benimsemiş şirketler oldu.
Portföyde on üç tane hisse var ve an itibariyle, mevduat getirisinin üzerinde bir getiri ile pozisyonumu koruyorum. Başlangıç yaptığım günden beri çok iyi getiriler de oldu, makul oranda zarar seviyeleri de. Sanırım seçimleri büyük şirketlerden yana yapmanın faydası buydu; sert dalgalanmalardan uzak kalabilmek…
Endeksi ve hisselerimi incelerken, fiyat hareketlerini ve yatırımcı olarak bu fiyat hareketlerinde ne yapmanın daha akılcı olduğunu hep düşünüyorum herkes gibi ben de…
Çünkü on üç hisseden en az yedi tanesinde %30’a varan kazanç rakamlarına ulaşmış, fakat uzun vadeli bir bakışa sahip olduğum ve henüz yolun çok başında olduğum için kar realizasyonu yapmamıştım. Ortak olduğum şirketler çok büyük şirketler. Bu yedi şirket hissesinden beş tanesi, %30’a varan kazancı geri verdi. Bazısı an itibariyle eksi seviyeye düştü. Halen portföyümdeler ve uzun bir dönem kalacaklar. Ancak ben kar realizasyonu yapmadığım için, ikilemdeyim.
Sanırım ikilem, portföyde büyüme yatırımı mı, değer yatırımı mı sorusuna götürüyor beni. Yatırım sürecinde öğrenmekten asla vazgeçmemek lazım, gençlerden öğrenecek çok şey var. Bu pazar gününün benim açımdan sorusu bu oldu. Bununla ilgili kaynakları taramaya başladım bile. Ne de olsa öğrenmek de gençleştiriyor.
Pazar kahvaltısındaki en önemli konu, büyük oğlumun üniversite hedefleriydi geçen hafta. Bu yıl on birinci sınıfta ve iki yılımız var. Okulların ‘online’ da olsa açılmasına bir gün vardı ve ‘düşünceleri’ konusunda bilgimi tazelemek istedim.
Üniversite eğitimini ülkemizdeki bir devlet üniversitesinde, yabancı dilde eğitim veren bir bölümde almayı planlıyor. Zaman ne gösterir elbette bilmiyoruz ancak, -olursa- yüksek lisans konusunda eşimle biz, eğitim maliyetlerinin daha karşılanabilir düzeyde olduğu Orta Avrupa ülkelerinden birini düşünüyoruz. Oğlumuz da onaylıyor.
Yurt dışında eğitim, şimdiye dek yoğunlaştığım bir konu olmadı, öğreneceğim. Ancak net olan şu ki, altı yıl sonrası için, iki yılı içeren bir dönemin tasarruf hamlelerini şimdiden yapmak gerekiyor ve zihnimiz bizi şu sorunun cevabına sürüklüyor:
Peki buna yönelik finansal planımız hazır mı?
Planlama nedir?
Planlamanın, tasarrufun sayısal tarafı olduğunu düşünmüştüm ilk zamanlar. Ancak anladım ki, öyle değil. Planlama zihinsel bir ön hazırlık. Tasarruf, zihnen tasarladığımız, mantığımız çerçevesinde yapılabilirliğine inandığımız ve içtenlikle benimseyip, disiplinle devam ettiğimiz bir süreç olmalı. Kişiye uygun olmayan, benimsenmemiş ve sonucunda içselleşmemiş hiç bir plan, eyleme dönüşemiyor, dönüşse bile uzun soluklu olamıyor çünkü.
Hangi kişisel özelliklere sahibiz?
Tasarruf planınız, sizinle beraber yan yana yürüyecek sakin bir yol arkadaşı mı? Yoksa kayıplar-kazançlar-fırsatlarla bezeli bir aksiyon arayışı mı?
Bu soruların cevabını kişisel özellikler belirler. Tasarruftaki ‘geliştirici’ taraf, sadeleşen yaşam tarzı ve tüketim kontrolüyle yaratılan değeri, bizzat yaşamaktır. İçselleşme sürecini güçlendiren de budur.
Değer yaratma, tasarrufu yapan için; yeni bir stres kaynağı olmamalı bana göre. Çünkü sabır gerektiren bu zor sürece bir de stres eklendiğinde, başarı şansı azalabiliyor. Bu nedenle, kişiye ayna tutan, bireyin risk algısını tam yansıtan bir plana odaklanmak en iyisi. Yanlış seçimlerle içsel motivasyonu zedeleyecek gerilimlere gerek yok.
Yıpratıcı bir günün akşamı, tasarruf seçimlerinizden biri değer kaybedince gece tüm uykunuz kaçıyorsa, planı gözden geçirmenizde fayda olabilir.
Risk size ne ifade eder?
Yatırım evreninde yer alan profesyonel sistemlerin ilk ölçtüğü şey, bence de doğru bir yaklaşımla, kişinin risk algısıdır. Zira risk, tasarruflarınızı arttırmak için elinizi uzattığınız her finansal seçenekte var. Az veya çok oranda…
Finansal ürünler aslında birbirine benzerler. Hepsi, belli koşullar dahilinde artı/eksi bir değer üretir. Potansiyelini inkar etmez, doğasına uygun davranır ve bıkmadan iki olasılığı yansıtır: kayıp ve kazanç…
Bu iki olasılığa verdiğimiz duygusal tepki, aslında hangi risk seviyesine uygun olduğumuzu gösteren ipuçları…
Günümüz dünyasında yatırım için çok fazla seçenek var ve hepsini kavramak mümkün değil. Fakat basit bir yaklaşımla, risk algımızın ne olduğunu sorgulayıp, kendimize uygun seçeneği kolaylıkla bulabiliriz.
Yazının bitiminde, bir çok risk profil anket örneği var. Yatırımcı profilinizi saptarken, size basit yollarla yardımcı olabilen, yatırım seçimlerinizle ilgili ‘duygusal tepkinizi‘ sorgulamanızı sağlayan, faydalı anketler bunlar. Zaman ayırın ve içtenlikle cevaplayın. Size uyan bir yatırım portföyü için güçlü bir ön hazırlık yapmış olacaksınız.
Yatırım ürünleri risklerine göre sınıflandırılırlar.
Yaşam döngünüzün neresindesiniz?
Tasarruf eylemi kişisel ve bireyin yaşam döngüsüne doğrudan bağlı. Orta yaşlı bir bireyin tasarruf planıyla, yirmili yaşlarının başındaki bir bireyin planının farklı olması çok doğal. Hedef bütçe için zaman bol olduğunda, tasarrufa ayrılan aylık bütçeyi de, alınması gereken riski de düşük tutmak mümkün.
Ancak kısa vadede yüksek bir birikime ulaşmak için, aylık bütçenin yüksek olması yetmeyebiliyor, hedefe ulaşmak için agresif büyüme de gerekiyor. Bu da bireyi yüksek getiri hedefine karşılık veren yüksek riskli ürünlere götürebiliyor.
Yatırım portföyünüze aldığınız finansal ürünler, beklentinize, kişilik özelliklerinize ve risk anlayışınıza uygunsa, risk yelpazesinin her kademesindeki ürünü düşünebilirsiniz. Burada kritik nokta, kendinizi, duygularınızı, karar mekanizmalarınızı iyi tanımak, piyasa gelişmelerini tarafsız bir şekilde analiz etmeye çalışıp, yatırım kararınızı, piyasa koşullarına dayanabilme gücünüze göre vermektir.
Tasarruf yolculuğunda başarılı olabilmek için, gerçekçi detaylar içeren, istikrarlı bir birikim modeline sahip olmak kadar; duygu kontrolüyle büyük resme odaklanabilen bir mizaca da ihtiyaç var. Tasarruf sürecinin sürdürülebilirliği, planın gerçekçiliğine bağlı.
Profesyonellere nasıl ulaşırız?
Yüksek enflasyon ve sarsıcı kur riskleriyle yaşayan bizim gibi toplumlarda uzun vadeli tasarruf yapmanın başlangıcına, matematik kurallara dayanan, güvenilir öngörüler koymak gerekiyor. Doğru tasarlanan bir planla yola çıkmanın, yolculuk devam ederken ufkumuzu açması, bizi geliştirip yüreklendirmesi, daha olası çünkü…
Şanslıyız ki, doğru tasarruf planı için, deneyimlerini bizlerle paylaşan pek çok insana sahibiz. Ülkemizde, finansal okuryazarlık gönüllüsü olan ve tasarruflarını sermaye piyasalarında değerlendirmeye yeni başlamış yatırımcılara ışık tutan pek çok profesyonel ve akademisyen var.
Webinar’lar yapıyorlar, videolar çekiyorlar, sosyal medya yoluyla yazdıkları kitapları ücretsiz paylaşıyorlar, dijital portföy yönetimi ve robo danışmanlık gibi bilmediğimiz pek çok kavramı cep telefonlarımıza kadar getiriyor, finansal okuryazarlığı ve finansal planlamaya giden yolları ulaşılabilir kılmaya çalışıyorlar. İyi Gelir Platformu** gibi, FODER-Finansal Okuryazarlık Erişim Derneği gibi değerli oluşumlar bunlar…
Halen, bu oluşumlardan birinin kurucusu olan Prof. Serra Eren Sarıoğlu’nun kitabını okuyorum. Kitap*** sayesinde, dijital portföy yönetimi sürecinin, gelişmiş piyasalarda aldığı yolu görme şansı buldum. Serra Hanım ve ekip arkadaşlarının İyi Gelir’de paylaştıkları ‘Hedefli Yatırım Analizi‘ de, kitap içeriğinde yer alan akademik saptamaların uygulanabilir biçimde bize sunulması aslında.
Sade bir arayüze sahip ve girdiğiniz verilere dayanarak tasarruf planı oluşturmanızı destekleyen iyi bir dijital kılavuz niteliğinde. Kendi analizimde bunu kullandım.
Altı yıl sonra, iki yıl sürecek bir yüksek lisans için birikime ihtiyacım var ve kendime göre kur riskini de hesaba katarak bir hedef belirledim. Sonucu aşağıda.
Siz de kendi değerlerinizi girerek, hedefe nasıl bir matematikle gidebileceğinizi görebilirsiniz.
Önümüzdeki yazılarda, tasarruf yoluma ışık tutan, motivasyonumu arttıran; her üretimi ile yeni bir bilgi sahibi olduğum değerli insanların çabalarını sizinle de paylaşmaya çalışacağım. Elimden geldiğince…
Mümkün olursa, üreticisinin doğrudan iznini alarak. Bu noktada Serra Hanım’a teşekkür borçluyum.
Özellikle finansal okuryazarlığın gelişmesi için gönüllü faaliyet gösteren o kadar yetkin insan, dernek ve platform var ki; hatta bu çalışmaları paylaşabilmek için can atıyorum diyebilirim.
Bitirirken
Tasarruf kendimizi tanımayı, ihtiyaç ve hayallerimizi merkeze koymayı, doğru insanlardan alınan bilgilerle doğru analiz yapmayı, sürdürülebilir planlarla yola çıkmayı gerektiren bir eylemler bütünü.
Planlama sürecindeki ‘duygu kontrolü‘ ise en kritik konu. İçinde mizaç, analiz, strateji ve sabır var. En düşük riskli fon da, en riskli hisse de bu şekilde seçiliyor.
İnsan olmanın büyüsü, farklılıklarımızda saklı…
Herkese uyan bir finansal plan olsaydı, sanırım hepimiz gider birer tane alırdık. Ancak öyle bir şey yok. Kimse en düşükten alıp en yüksekten satamıyor ; varsa da onlardan biri olamayacağım kesin… Risk algımıza uygun ve matematik gerçeğe dayanan bir planla yola çıkıp ona bağlı kalmak, sanırım izleyebileceğimiz en güvenli yol…
Sonuçta, hiç bir şey sağlıkla yaşanan bir hayattan daha kıymetli değil. Tasarrufu da, o hayatı daha iyi hale getirmek için, hayatı atlamadan yapmak, planlamak, benimsemek, sahiplenmek lazım. Sonuç kendiliğinden geliyor.
Çok sevdiğim bir markanın, çok sevdiğim bir cümlesi var. Sloganı hatta…
Her gözüme çarptığında, bir an durup düşünmeme neden olan, karmaşaya mola verdirip, kendime getiren bir cümle bu. Zaman akarken hayata tutunmak, yaşadığımız ‘an’ların tadına varıp üretmek, paylaşmak ve değer katmak gerekiyor. Hayatın ‘kendisini’ ıskalamadan!
Bu yüzden bu haftaki yazımı, o çok sevdiğim cümleyle bitirmek istiyorum ve sizi de her daim gülümsetmesini diliyorum:
Hayat en güzel hediye!
Sağlıkla kalın…
***Yararlanılan kaynaklar: Prof. Dr. Serra Eren Sarıoğlu : Portföy Yönetiminde Yeni Yaklaşımlar – Dijital Portföy Yönetimi ve Robo Danışmanlık – Nisan Yayınları/Eskişehir/2018